Şu kısacık dünya hayatını kazanmak için 6 yaşında okula giderek çalışmaya başlayan insan; ebedi bir hayatı kazanmak için niçin o kadar gayretli değildir.
İnsanları gayrete getiren kalbindeki inancıdır, imanıdır. İnsan kalbindeki inancı(imanı ) oranında gayrete gelir.
İman nedir? İnanmaktır. Müslümanlar da inanıyor, iman ediyordu. Neye inanıyor iman ediyordu. Elbette Allah’a inanıyor ve iman ediyordu, müşrikler de putlara inanıyor ve iman ediyordu.
İman kuvvetine göre ayıracak olursak iman iki çeşittir.
1.Taklidi iman: Babadan atadan taklid edilerek inanılan bir imandır. Taklidi imanda pek fazla bilgi yoktur. Taklid vardır. Baskı ve zorlama karşısında çabuk dağılmayabilir ama bilgi eksikliği olduğu için sağlam temelleri olmadığı için; bir kısım fikir karşısında çabuk savrulabilir, dağılabilir.
2. Tahkiki iman: Tahkiki imanda araştırarak, sorarak sorgulayarak elde edilen bilgi olduğu için sağlam temellere oturur kolay kolay savrulmaz, dağılmaz. O bilgi ile akıl, kalp ve vicdanın iknası, tatmini, teslimi vardır. Tahkiki (hakiki) imanı elde edecek bilgileri zihnine yerleştiren insan o bilgiler kalbindeki imanı kuvvetlendirir, o bilgiler Allah’ı görür gibi iman ettirir. İmanın gereğini ne pahasına olursa olsun yerine getirmesine vesile olmaktadır.
Tahkiki iman sahibi insanlardaki o iman: insanları yerinde durdurmaz harekete geçirir. İnsana insan olduğu için değer verdirir, yaratılanı yaratandan dolayı sevdirir, insanlara, hayvanlara yardım etmeyi bir ibadet saydırır, Allah’ın emirlerini yaptırır, yasaklarından kaçındırır, zararı dokunmayan bir karıncaya dahi dokunmaktan çekindirir.
Peygamber Efendimiz;” Ben ilmin şehriyim, Ali kapısı” demiştir. Ebubekir, Ömer, Osman dememiştir. Çünkü diğer bir hadis-i şerifte “Gençlikte öğrenilen taş üzerine nakış yapmak gibidir ihtiyarlıkta öğrenilen su üzerine yazı yazmak gibidir.” demiştir. (el-Camiu’s-sağir, 1/254; Kenzu’l-Ummal, h. No: 2759; Mecmau’z-Zevaid, 1/125).
Hz. Ali genç bir dimağdır ve 8-10 yaşınlarından itibaren Peygamber Efendimizin yanında eğitim görmüş ilim öğrenmiştir. Hz. Ali;” Perdeyi gayb açılsa yakinim ziyadeleşmeyecek. Yani Allah’ı bizzat görse imanının artmayacağını” belirtiyor. Çünkü O’nun ilmi O’na Allah’ı görür gibi iman ettirmiştir.
Dolasıyla Hz. Ali’nin imanı tahkiki imandı. Yani araştırılarak, sorarak, sorgulayarak, görülerek, öğrenilerek, tahkik edilerek elde edilen bir inanç, bir imandı. Annesi babası Müslüman olan bir kişi ilk etapda taklidi iman sahibi bir Müslümandır. Ancak bu kişi Kur’an tefsirlerini, hadisleri, İslamı araştırarak taklidi imanını tahkiki imana çevirebilir.
Müşrikler puta tapıyorlardı. Puta iman etmişlerdi. Biz atalarımızdan böyle gördük böyle inanırız, böyle yaparız diyorlardı. Dolayısıyla müşriklerin imanı(inancı) da taklidi bir imandı. Ama müşriklerin imanı hiçbir zaman tahkiki bir imana dönüşmezdi, dönüşemezdi. Çünkü puta tapmanın araştırmalar sonunda mantıklı bir iş olduğu ortaya çıkması mümkün olmayacaktır.
Ahiret hayatının varlığına inanmayan, inkâr eden ateistler dahi dünya hayatının varlığına inanmaktadırlar, hem de dünya hayatı konusunda tahkiki iman sahibidirler. Gerçi bütün insanlar dünya hayatına karşı tahkiki iman sahibidir. Tahkiki iman insanları harekete geçiren itici bir güçtür. Onun için dünya hayatını kazanmak çocuklarına kazandırmak için ellerinden gelen her türlü gayret ve çabayı gösterirler.
Çünkü insan kendisinden önce dünyaya gelen ve dünyadan göçen insanları görüyor, araştırıyor, soruyor, sorguluyor. İnsanların belli bir süre sonra yaşlandığını, çalışamaz duruma geldiğini, çalışamaz hâlde dahi olsa 60, 70, 80, 90, 100 yaşına kadar yaşayabildiğini, gençliğinde çalışanlar birikim sağlayanlar veya bir memuriyete girenler belli bir yaştan sonra emekli maaşı ve ikramiyesi sayesinde son ömürlerinde rahat ettiğini gördüğü gibi gençliğini iyi değerlendirmeyenlerin yaşlılıklarında perişan olduklarını görmektedirler.
Bu tabloyu gören insanlar kendi geleceklerinin de çalışmazlarsa öyle olacağını düşündüklerinden kendileri ve çocuklarının dünyevi gelecekleri için ellerinden gelen bütün gayret ve çabayı göstermektedirler.
Ölmezlerse 100 yaşına kadar yaşayacaklarına inandıkları için ihtiyacı olan yaşam malzemlerini elde etmek, rahat bir hayat yaşamak için ilk, orta, lise, üniversite okuyor. Sonra bir memur oluyor. 25-30-40 yıl çalışıyor. Sabah 8, akşam 5 mesai yapıyor.
Ne olacak? Ölmezse emekli olacak, bir emekli maaşı alacak, ömrünün son 15, 20, 30 yılında rahat edecek. Yani son 15, 20, 30 yılını garanti altına almak için 6 yaşından itibaren 65 yaşına kadar çalışıyor. Ne sıkıntılar, ne stresler çekiyor.
Kimlerin ağzının kokusunu çekiyor. Kimlerden azar işitiyor. Niye bunlara katlanıyor? Çünkü biliyor ki bu sıkıntılara katlanmazsa son ömründe perişan olması söz konusudur.
İşte insanın şu dünya hayatının son 20, 30 yılını garanti altına alma uğruna bu kadar stres, sıkıntıya katlanmasının sebebi, ölmezse 60, 70, 80, 90, 100 yaşını gelebileceğine kesin inanması iman etmesi, bu dünya hayatı konusunda tahkiki iman sahibi olmasıdır. İnsanın dünyaya bu kadar gayreti, bundan kaynaklanmaktadır.
Aynen öyle de insan ahirete ebedi hayata karşı da tahkiki imanı elde ederse elbette ahiret hayatına dünyadan daha fazla gayret edecektir. Çünkü ahiret hayatı ebedi, üstelik kaybettiği takdirde tabanı tavanı duvarları alevden olan bir hapishane(cehennem) söz konusudur.
İşte, uzağı yakın etmek ahireti yakınlaştırmak, ilim dürbünüyle olur. İnsan, Allah’ı, ahireti ilimle tanır. Her an Allah’ı ahireti, yaratılış gayesini gösterecek ilim sahibi olduğu takdirde, o ilim kalpteki imanını kuvvetlendirecek, o ilim tahkiki imanı elde etmesine vesile olacak, tahkiki iman da onu yerinde durdurmayacak ahirete çalıştıracaktır.
Peygamber Efendimiz: “Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslümana farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/310) Hadis-i şerifinde ilim öğrenmeyi farz olarak belirtmiştir.
Tahkiki iman sahibi Peygamber Efendimiz Hadisi Şerifte“(…) Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah’a yalvar yakar olurdunuz.” [Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti:] “Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.” [Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).].
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde;” Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle(size) boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır. (Nahl: 12) buyurmaktadır.
Bu ve benzeri ayetleriyle Allah kendisini tanıtıyor, gücünü kudretini gösteriyor. Kullarının tahkiki iman sahibi olmasını sağlamak istiyor. Hangi kralın güneşe, aya, yıldızlara hükmü geçer.
“Size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz.”(Bakara: 73),
“Aklınızı kullanmıyor musunuz?”(Bakara: 44)
Gayretin azlığı; imanın zayıflığından, nefis ve şeytana kanmaktan kaynaklanmaktadır. İmanın zayıflığı ise Allah’ı tanıyacak ilmin azlığı ve hidayete liyakatsizlik yüzündendir. İnsanın ilmi arttığı nispette, hidayetten nasibi varsa imanı artmakta, imanının gücü nispetinde gayret göstermektedir.
Sevgili Peygamberimiz :”Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.”demiştir.
“…Allahtan en çok âlimler korkar…”(Fatır Suresi 28. ayet)),
Dolayısıyla Allah’ı en çok hidayet sahibi âlimler sever.
Kişi tanıdığını sever, tanıdığından korkar. Askerlik yapan bir kişi, komutanı kendisine yat diyor, yatıyor, kalk diyor kalkıyor, sürün diyor sürünüyor, kişi bazen dayağa, hakarete maruz kalıyor, sesini çıkarmıyor.
Niçin? Çünkü o asker komutanını tanıyor ve korkuyor. Kendisine ceza verebilir, hapse atabilir, askerliğini uzatabilir vs.
Aynı askere, arkadaşı; “Cehennem var, içki içme. “diyor.
Arkadaşına cevap olarak; “Cehenneme artistler de gidecek, orada buluşuruz.” diyor.
Niye böyle diyor? Çünkü cehennemin sahibi Allah’ı hakkıyla tanımıyor. Tanımadığı için de korkmuyor. Ama askerdeki onbaşıyı tanıyor, tanıdığı içinde korkuyor.
-Konuşan dilinin gerçek sahibi Allah olduğunu, dilediğinde o dili koparabileceğinin,
-Bakan gözünü yaratan Allah olduğunu, dilediğinde o gözü patlatabileceğinin,
-Çalışan kalbini O’nun çalıştırdığını dilediği an durdurabileceğinin,
-Yanan güneşi yakanın Allah olduğunu; dilediğinde o Güneş’i söndürebileceğinin farkında değil.
Öyleyse insanlara en başta Allah tanıtılmalıdır.
Peki! Allah nasıl tanıtılmalıdır?
Allah’ı en iyi Allah’ın kendisi tanıtır.
Tanıtmış mıdır?
Elbette tanıtmıştır.
Neyle tanıtmıştır?
Gönderdiği peygamberler ve peygamberler aracığılı ile gönderdiği kitaplarla ve yarattığı kâinat kitabıyla…
En son gönderdiği kitap hangisidir?
Elbette Kur’an-ı Kerim’ dir.
Dolayısıyla Allah’ın elçisi aracılığı ile gönderdiği Kur’an-ı Kerim’i ve yarattığı kâinat kitabını; fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi, matematik, vs. ilim dalları ile okuyan Allah’ın güç, kuvvet, kudreti, karşısında hayret ve dehşet içerisinde kalır. Bu ilimler kalbindeki imanı tahkikiye dönüştürür. Tahkiki imanın gücü nispetinde de insanlar gayrete gelecektir.
Yunus bunu şu dörtlükte ne güzel özetlemiş;
“İlim ilim ilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.”
Gerçek ilim sahibi gerçek âlim kendini, konumunu, haddini bilir. Gerçek âlim kibir abidesi olmaz. İlmi, kâinatı mana-yı harfiyle okur, mana-yı ismiyle değil.
Yapılan ilim tahsili ile elde edilen bilgiyi kişi; manayı harfi ile bakıp muhakeme ettiği nispetinde Allah’ı tanıyor. Allah’ı tanıdığı nispette kalbindeki imanı artıyor. Kalbindeki imanın artması nispetinde tahkiki imanı elde ediyor. İmanının gücü nispetinde Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınıyor.
Elde edilen bilgiye manayı harfi ile değil manayı ismi ile bakılırsa elde edilen bilgi imanını artırmadığı gibi bazılarının da küfrünü arttırıyor.
Manayı ismi ile bakmak(materyalist felsefe ile bakmak):
Varlıklara şahsi ve nefsi bakışla bakmaktır. Varlıklardan istifade etme odaklı bakmaktır. Varlıkların varoluşlarını tabiat ve tesadüfe havale etmektir.
Manayı harfi ile bakmak(Allah hesabına bakmak):
Her bir varlığın bir sanat eseri olduğunu, o sanatın içinde sanatkârın maharetini, gücünü, kuvvetini, kudretini görmeye çalışmaktır.
Örnek 1:
Güneş’e manayı ismiyle bakmak; Güneş’in kendisini ısıtması, aydınlatması ile ilgilenmek, Güneş’e manayı ismiyle bakmak anlamına gelmektedir.
Güneşe manayı harfi ile bakmak ise; 150 milyon kilometre uzakta, 1 milyon 300 bin tane dünyanın içine sığabileceği büyüklükteki Güneş’in, içindeki patlamaların neticesinde paramparça olmadan çıkardığı ısı ve ışık ile Dünya’mızı ısıttığı ve aydınlattığı;
Güneşin ne büyük bir sanat eseri olduğunu, bunu yapanında ne büyük bir sanatkâr olduğunu, tefekkür etmek düşünmek, Güneş’e manayı harfiyle bakmak anlamına gelmektedir.
Örnek 2:
Elmaya manayı ismiyle bakmak; Elmaya nefis hesabına bakmaktır. Elmayı yiyip lezzetini almak, midesini doyurma boyutuyla ilgilenmek, elmaya manayı ismiyle bakmak anlamına gelmektedir.
Elmaya manayı harfiyle bakmak İse; elmaya böyle bir tadı, lezzeti, kokuyu, rengi, verenin akılsız, hava, su toprak olmadığını, elmayı yapanın; güneşe, dünyaya, havaya, suya, toprağa sözü ve hükmü geçen bütün bunları bir araya getiren muhteşem bir kuvvet, kudret sahibi bir sanatkârın olması gerektiğini düşünmek, tefekkür etmek, elmaya manayı harfiyle bakmak anlamına gelmektedir.
Manayı harfi ile bakan; gerçek âlimin Allah olduğunu bütün bilgilerin ve ilimlerin kaynağı, yaratanı, Allah olduğunu bilir. Bu ilimleri tahsil ettikçe Allah’ın güç, kuvvet, kudretine ilmine daha fazla muttali oldukça imanı artmakta, kuvvetlenmekte, tahkiki imanı elde etmekte, tahkiki imanının gücü nispetinde de ahireti için gayrete gelmektedir.
Ateizm-Deizm (Milli Manevi Değerleri Yok Etme Projesi) kitabımdan http://ateizmdeizmprojesi.com
Cumanın feyzi bereketi üzerinize olsun.