Hatay Büyükşehir TV
Reklam

SN. CUMHURBAŞKANI-TRUMP TELEFON GÖRÜŞMESİ:

SN. CUMHURBAŞKANI-TRUMP TELEFON GÖRÜŞMESİ:
Bu haber 17 Ocak 2020 - 15:24 'de eklendi.

Bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız ile Trump sık sık ve ihtiyaç duyulduğu zaman telefon görüşmesini gerçekleştiriyorlar. Gündemdeki konuları değerlendiriyorlar, bazen Cumhurbaşkanımız görüşmek istiyor, bazen Trump görüşmek istiyor. Tabii bu görüşmede Amerika-İran gerginliği ve bu gerginliğin azaltılması, özellikle Irak’a da yansıması. Malumunuz Libya’yla ilgili çabalarımız var ve bu çabalar doğrultusunda önümüzdeki süreçte bir Berlin Zirvesi var. her Her iki Başkan Libya’da ateşkesin sağlanması ve siyasi sürece geçilmesi ya da siyasi sürecin hızlandırılmasıyla ilgili konularda görüş alışverişinde bulundu.

 

Bazen Trump görüşme talebinde bulunuyor, bazen Cumhurbaşkanımız talepte bulunuyor. Sanırım Cumhurbaşkanımız talepte bulundu bu son gelişmeler doğrultusunda bir görüş alışverişinde bulunmak için.

 

İdlib’de ateşkesin sağlanması konusunda başta Sayın Trump olmak üzere ABD olumlu açıklamalar yapıyor. Trump’ın tweet’lerini de takip ettiyseniz özellikle Türkiye’nin bu konulardaki çabalarını da takdirle karşıladıklarını vurguluyor. Demek ki İdlib’deki süreci takip ediyorlar. Avrupalılar da yakından takip ediyor. Özellikle de göçmenlerin durumuyla ilgileniyorlar.

 

Ne kadar insan yerinden edildi, ne kadarı bizim sınırımıza doğru geldi; ne kadar yardım edelim demiyorlar yalnız, daha çok bunu merak ediyorlar.

 

Tabii Libya’da Amerika’nın biraz daha görünür olması lazım. Zaten bugünkü telefon görüşmesinde de birlikte neler yapılabilir onları da değerlendirdiler.

 

MISIR’DA ANADOLU AJANSI OFİSİNE YÖNELİK POLİS BASKINI:

 

Biz de yakından takip ediyoruz. Esasen Anadolu Ajansı Genel Müdürümüzle daha olayın ilk geliştiği andan itibaren temas halindeyiz. Daha önce de buna benzer tacizler, yıldırmalar olmuş. Özellikle Anadolu Ajansında çalışan yerli, Mısırlı insanlara yönelik olduğunu da görüyoruz. Ama neticede kimin olduğu önemli değil, Anadolu Ajansı’na böyle Mısır polisinin bir baskın yapması kabul edilebilir bir şey değil, açıklamamızı da yaptık. Gerek Mısır’ın buradaki misyonu nezdinde, gerekse yine Kahire’deki Büyükelçiliğimiz gerekli temaslarda bulundular. Umarım en kısa zamanda Mısırlılar herhangi bir kötü muamele yok edindiğimiz bilgiye göre, ama gözdağı veriyorlar. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın Mursi’nin ölümüyle ilgili soruşturulması gerektiğini vurgulayınca Mısırlılar biraz daha agresif olmaya başladılar. Esasen bu çağrıyı sadece Cumhurbaşkanımız yapmadı, BM Özel Raportörü Callamard, Kaşıkçı cinayetiyle de yakından ilgilenen, takip eden, biliyorsunuz raporu da oldu, o da bir çağrıda bulunmuştu. Ama yine son günlerde özellikle ateşkes konusunda bizim Rusya’yla kat ettiğimiz mesafe ya da çabalarımız artınca Mısır’ın biraz daha agresifleşmeye başladığını görüyoruz.

Şimdi esasen her konuyu Batıya ya da Batılılara yıkmak gibi bir derdimiz yok, ama hep işte insan hakları, basın özgürlüğü gibi konularda herkese ders vermeye çalışan Batılıların kullanabildikleri ülkelerde bu tür ihlaller olduğu zaman hiç sesi çıkmıyor. Düşünün, Türkiye’de böyle bir şey oldu tüm dünya ayağa kalkardı. Şu ana kadar herhangi bir dünyadan bir tepki olduğunu görmedik maalesef. Ama biz süreci yakından takip ediyoruz.

 

LİBYA’DA BARIŞ VE ATEŞKES MESELESİ:

 

Hafter’in Trablus’a saldırdığı tarih. O günlerde herkesi kapsayan yeni bir konferans planlanıyordu ve Serrac yönetimi de Libya’da Sehrat Anlaşmasına katılmayan herkesin işin içine katılması anlamında bu konferansı desteklemişti, bu BM girişimiydi. Tam bu konferansın toplanması aşamasında Hafter Trablus’a saldırdı. Bu ne demek? Hafter, gücü diğerleriyle paylaşmak istemiyor ve gücü silah zoruyla elde etmek istiyor. Herhangi bir anlaşmayla, herhangi bir iç anlaşma yoluyla ya da uzlaşıyla değil de askeri yöntemle elde etmek istiyor ve gücü paylaşmak istemiyor. Zaten tüm çabalar da o günden bu yana maalesef başarısız oldu. Yine 4 Nisan’dan bu yana Özel Temsilci Ghassan Salame’nin çabaları oldu, biz bu çabalara destek verdik öncesinde olduğu gibi Türkiye olarak. Ve maalesef yine Hafter’in tüm buna benzer toplantılarda olumsuz tutumu sebebiyle bir ateşkes sağlanamadı.

 

Bizim çabalarımız sonucunda da esasen metin konusunda bir sorun kalmamıştı. Sadece Arapça tercümesi konusunda biraz görüş ayrılığı vardı, esprili bir şekilde bunu da Arapçanın zenginliğine verdik. Sonra İngilizce metin üzerinden müzakereler oldu. Sonra şu konuda da Serrac bizim önerimizi kabul etti: Madem Arapça metin üzerinde anlaşamıyorsunuz, İngilizcesi ortada sarih, bunu imzalayın, sonra İngilizcesini BM’ye gönderelim ve BM tercümesini yapsın. Bu noktaya geldikten sonra Hafter zaman istemiş Ruslardan. Tabii Ruslarla biz mekik diplomasisi yürüttük orada, onlar başka bir odada, biz başka bir odada, üçüncü odalarda yine Türk heyeti, gidiyoruz geliyoruz. Ve daha sonra yine yarın sabaha kadar bize süre verin demişler. Ama gece yarısı sabaha doğru Moskova’dan ayrıldıklarını gördük. Şimdi yine Rusların söylediğine göre iki gün süre istemişler. Ama metin üzerinde esasen bir süre kalmamıştı. Burada Hafter’in yine Ruslar aracılığıyla bize ilettikleri değişiklik önergelerini biz uzlaşı olsun diye kabul ettik. Bazıları doğrudan Serrac tarafından, yani Libyalıları ilgilendiriyordu, bir-iki cümle de Rusya ile bizi ilgilendiriyordu. Ama ortaya bir uzlaşı çıksın diye tamam dedik. Bu arada zaten sürekli Sayın Cumhurbaşkanımızla telefonda istişarelerimizi yürüttük, çünkü kritik bir konu, kendi aramızda Milli Savunma Bakanımızla, İstihbarat Başkanımız Hakan Beyle, Serrac tarafıyla da istişarelerimizi yürüttük, neticede onların tekliflerini de kabul ettik. Yani burada metin konusunda, içeriği konusunda bir sorun yoktu. Bakalım iki gün dediler, yarın ne olacak?

 

Bizim ama tüm bu arada gözlemlediğimiz, özellikle metin üzerinde bir mutabakat olduktan sonra bile imzalamaması sebebiyle edindiğimiz izlenim; yine Hafter siyasi çözüme değil de askeri çözüme inanıyor. Ama göreceğiz, Rusların çabaları var. Biz ilk Ruslarla, yani Cumhurbaşkanımız Erdoğan ile Putin İstanbul’da başbaşa görüşmeler yaptı, onun öncesinde biz hazırlıklarımızı yapmıştık. Yine Bratislava’da Lavrov’la görüşmüştük, sonra telefon görüşmesinden sonra Cumhurbaşkanımız ile Putin’in bir heyetimizi Moskova’ya göndermiştik. Ama İstanbul’da 8 Ocak’ta iki lider başbaşa oturdular, sonra geldiler açılıştan sonra bizimle, yani dışişleri ve savunma bakanları da katıldı, paylaştılar ve biz o somut şeyleri de, ateşkes işte gece yarısı olacak diye daha önceden.

 

Evet. Hazırladığımız taslak metne dercetmiştik ve sonra çıktık Lavrov’la da bunu önce basınla ve kamuoyuyla paylaştık, sonra metini zaten dağıttık. Burada o gün yine mutabakata göre biz Serrac’la temasa geçeceğiz ve Serrac’ın bu açıklamayı desteklemesini sağlayacaktık. Rusya da Hafter’le temasa geçecek ve Hafter’ın bu ateşkes açıklamasına desteği sağlanacaktı. Hatırlayacaksınız o akşam, 8 Ocak akşamı Serrac Brüksel’den dönüyordu, hemen uçaktan döner dönmez, hatta Serrac Libya’ya dönmeden Yüksek Konsey Başkanı bu açıklamamızı desteklediğini söylediler. Sonra Serrac Hükümeti de destekledi, ama Hafter desteklemedi. Daha sonra Rusya’nın ilave çabalarının olduğunu görüyoruz. Mısır’la, yine Birleşik Arap Emirlikleri’yle ve diğer ülkelerle, hatta Macron’la yanlış hatırlamıyorsam Putin’in epeyice bir çabası oldu, ondan sonra Hafter ateşkesi desteklediğini açıkladı, yani o gece yarısına yakın bir zamanda. Dolayısıyla burada Serrac tarafı gerçekten bizim telkinlerimiz doğrultusunda ve meşru Hükümet olmasına rağmen ateşkes konusunda olumlu yaklaştı, ama Hafter’in üst üste 4 Nisan’dan bu yana sergilediği tavır, son zamanlardaki sergilediği tavra baktığımız zaman da ateşkese yanaşmayan taraftı.

 

Şimdi bu iki günlük ilave süreden sonra bunu söyleyebiliriz. Tabii Ruslara sormak lazım, tam bu iki günlük süreyi saatli mi verdiler, yoksa iki gün genel bir süre mi istediler…Her ihtimali göz önünde tutmak lazım. Burada başka aktörler de var, bugüne kadar Hafter’i teşvik eden, Hafter’e silah veren ve Hafter’e dışarıdan lejyonerler sağlayan ülkeler var. Esasen iki ülkenin Mısır’ın ve Abu Dabi yönetiminin, BAE’nin orada temsilcileri de vardı, gelmişlerdi.

 

Moskova’da Ruslara dedik ki; bunları kesinlikle toplantılarımızda istemeyiz, geldiklerini öğrendik ve bunlar bu anlaşmayı sabote edebilirler. Ruslara göre ise, onlar ikna etmek için oradalardı, ama olumsuz etkilerinin olması pek muhtemel. Çünkü başından beri yine Hafter’in savaşla, iç savaşla kazanacağına inanan ülkeler bunlar. Ve burada da yanılıyorlar tabii. Özellikle Trablus’ta bir sokak savaşına dönerse bu Libya’daki şu andaki sivil savaş, ne zaman biteceği belli olmaz, Allah korusun Libya’yı da, bölgeyi de felakete götüren bir…

 

LİBYA’DAKİ SÜRECİ SABOTE ETME DOĞRULTUSUNDA AKTİF OLAN ÜLKE:

 

Bana göre Birleşik Arap Emirlikleri daha agresif bu konularda. Hatta Fransa’yı da göz ardı etmememiz lazım. Fransa bir Hafter’i destekliyor. İki; Fransa’nın bir şeyi var, her konuda kendisine bir rol biçiyor, bir inisiyatif almaya çalışıyor, Ortadoğu konusunda, Suriye konusunda, diğer konularda, hatta Berlin Zirvesinde bile bunu gördük. Kendisinin içinde olmadığı bir şeyi de sabote etme konusunda Fransa’nın üstüne yok. Dolayısıyla burada…

 

Evet. Şimdi varsayımlar üzerine konuşmak istemiyoruz, ama bugüne kadar Hafter’in saldırıyı başlatması ve sonrası gelişmelerde sergiledikleri tutum sebebiyle bu üç ülkeyi sayabilirim.

 

HAFTER’İN TOPLANTIYI ANLAŞMAYA RAĞMEN TERK ETMESİ:

 

Önce biz hem temkinliydik, hem umutluyduk. Neden temkinliydik? Çünkü Hafter son dakikaya kadar ateşkesi desteklememişti. Umutluyduk, çünkü Hafter Moskova’ya gitmişti. Biz önceden imzalanacak metin konusunda hem Rusya’yla birlikte taslak üzerinde çalıştık, hem de tabii Serrac tarafını, yine anlaşmada iki liderin anlaşmasında olduğu gibi, çabalarımız içinde bu da vardı, metni gönderdik, onların değişiklik önergelerini aldık, bu bakımdan da Serrac tarafını hazır olarak oraya götürdük. Pazar günü Sayın Cumhurbaşkanımız da Serrac ve heyetini biliyorsunuz İstanbul’da kabul etmişti. Hem umutluyduk, hem temkinliydik işin doğrusu. Tam yüzde 100 olur diye bir inanç içinde değildik, ama son gelişmelerden sonra Rusya’nın çabalarıyla da olacağını düşünüyorduk.

 

LİBYA’DA TÜRKİYE’NİN ASKERİ VARLIĞI:

 

Şimdi Hafter’e sorarsan, Türkiye’nin tamamen buradan elini-ayağını çekmesini, hiç ilgilenmemesini ister. Ama zaten taslak metinde böyle bir ibare yoktu, olmasına da zaten Rusya da izin vermezdi, biz de vermezdik. Bunun Türkiye’yle ilgisi mutlaka dolaylı olarak vardır, ama metinde zaten Türkiye veya Rusya tartışılmadı. Metnin içinde böyle şeyler olmadı, hiç olmadı, böyle bir teklif de gelmedi. Ama burada metnin içeriği konusunda zaten bir mutabakat sağlanmıştı. Bu olsaydı, Ruslar bize Hafter tarafının böyle teklifleri var diye gelirdi. Böyle bir teklifle de gelmediler.

 

HAFTER’İN BARIŞTAN KAÇIŞININ RUSYA’YA YANSIMASI:

 

Hafter’in jet hızıyla barıştan kaçışının  Rusları kızdırdığını gördüm. Çünkü sonrasında beraber biraraya geldik, büyük bir üzüntü içinde olduklarını gördük, yüz ifadelerinden hayal kırıklığı yaşadıklarını da gördük. Çünkü öncesi çabalarımız da var, ama 8’i ile yine Pazartesi arasında çok ciddi birlikte çabalar sarf ettik; bir ateşkesi tesis edelim, Libya’ya barış getirelim ve de siyasi sürece ivme kazandıralım ve 19’unda düzenlenecek Berlin Zirvesini de başarılı kılalım diye birlikte çok çaba sarf ettik. Sonuçta Rusların hayal kırıklığını ve üzüntüsünü gördüm ve samimi çaba sarf ettiklerini de bizzat gördüm.

 

Bundan sonraki süreçte umarım en azından ateşkesi bozmazlar. Yani bu ateşkes ilan edildikten sonra, Suriye’de de biz çok yaşadık, bazen havaya atıyorlar, bazen kişisel ihlaller oluyor, tacizler olabiliyor, ama daha önce savaştıkları gibi bir çatışma haline inşallah dönüşmez, ateşkesin muhafazası önemli. Daha sonra bu çabaları sürdüreceğiz. Bakalım iki gün sonra Hafter ne diyecek, Berlin’den ne çıkacak? Ama biz tezkereyi niye Meclis’e gönderdik? Her ihtimale karşı hazırlıklı olmamız lazım. Bizim derdimiz, orada gidip ülkeyi işgal etmek değil veya savaşa taraf olmak da değil. Ama bize yönelik tehdit olduğu zaman biz hazırlıklarımızı da ona göre yapmamız lazım.

 

Bizim şu anda yaptığımız ne? Bizim Libya Hükümeti ile daha önceden imzaladığımız ikili bir anlaşma var. Ve bunun güncellenmiş halini mutabakat zaptı olarak Serrac Yönetimiyle de imzaladık, Güvenlik İşbirliği Anlaşması. Bunun içinde bilgi paylaşımı var, eğitim var, aynı şekilde buna benzer askerler arasında eğitime yönelik çalışmalar var. Dolayısıyla bizim zaten şu andaki mevcudiyetimiz de bununla sınırlı iki ülke arasındaki anlaşma çerçevesinde. Onun dışında bizim esas derdimiz, çalışmamız gördüğünüz gibi ateşkesi tesis etmek, siyasi süreci hızlandırmaktır, buna çaba sarf ediyoruz. Akile Salih’in bir açıklaması oldu, ama uygulamada herhangi şu anda ateşkesi ciddi bir şekilde ihlal eden bir gelişme de görmedik.

 

BERLİN ZİRVESİ’NİN ANLAMI:

 

Berlin Zirvesi’ne biz önem veriyoruz ve Berlin Zirvesi’nin hazırlık toplantılarının hepsine biz katıldık. Büyükelçi, Cumhurbaşkanımızın Başdanışmanı ve Sözcüsü İbrahim Bey ve bizim Bakanlıktan arkadaşlarımız katıldılar. İbrahim Bey bir kere katılamadı. Cumartesi günü yine arkadaşlarımız oraya gidip bu ortak metne son katkılarımızı verecekler, nihai hale getirmemiz lazım, liderler düzeyine herhangi bir şeyin kalmaması lazım. Tüm katılacak ülkelerin temsilcileri de orada olacak. Biz Berlin Zirvesinin başarılı olması için çaba sarf ettik. Cumhurbaşkanımız başta Trump olmak üzere birçok lidere oraya katılması konusunda telefon açtı, teşvik etti. Aynı şekilde Cumhurbaşkanımız Merkel’e ve diğer taraflara da Berlin Zirvesinin başarılı olabilmesi için komşu ülkelerin de davet edilmesi gerektiğini söyledi; Cezayir, Tunus, Katar, çünkü Katar da bir aktördür. Abu Dabi’nin sınır komşuluğu yok Libya’yla, dolayısıyla Abu Dabi davet ediliyorsa, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’ın da davet edilmesi gerekiyor. Yani burada katkı sağlayabilecek herkesin. Biz Berlin sürecine inanıyoruz. Benim de söylemek istediğim şu: Berlin sürecinin başarılı olabilmesi için ateşkesin devam etmesi lazım.

 

Bir taraftan çatışma varken, Berlin’de biz siyasi süreçten bahsedebilir miyiz? Hayır. Moskova’da Hafter belgeyi imzalamadan Moskova’yı terk ettiği için tabii ateşkesin bozulma riski var. Dolayısıyla bu belgeyi imzalasaydı ya da iki gün verdiği süre sonucunda imzalarsa Berlin süreci çok daha anlamlı olur. Benim söylediğim, hani Berlin sürecinin anlamını kaybetmesi ya da orayı hafife almak ya da bu olmazsa oraya gerek yok anlamında değil. Sonuç alıcı bir zirvenin olması lazım. Bu kadar lideri biraraya getiriyoruz, bu kadar ön hazırlık yaptık, BM ile birlikte çalışıyoruz, sonuçta başarılı olabilmesi için de ateşkesin devam etmesi lazım. İmzalamazsa soru işaretleri doğar.

 

MOSKOVA’DAKİ GÖRÜŞMELER:

 

Biz Serrac heyetiyle çalıştık, Ruslar da Hafter heyetiyle çalıştı. Esasen niyetimiz şuydu: Önce biz sabah biraraya geldik, Türkiye ve Rusya heyetleri olarak, yine beraberimizde biliyorsunuz Savunma Bakanımız Hulusi Paşamız vardı, Hakan Bey vardı ve arkadaşlarımız da vardı, belirlenen sayıda heyetler, Rusya’dan da aynı şekilde. Bizim ikili görüşmemizden sonra Serrac heyetiyle görüşecektik birlikte, daha sonra Hafter heyetiyle görüşecektik. Burada bir mutabakat çıksaydı belge üzerinde, daha sonra hepsini biraraya getiren ortak bir toplantıya geçecektik. Fakat burada gördüğümüz bir şey vardı, her iki taraf da henüz bir odada biraraya gelmeye hazır değildi. Biz şu telkinlerde de bulunduk: Yani bugün tabii savaştılar, çatıştılar, ölenler var, kuşatma var, vesaire acılar var. Belki bugün hazır olmayabilirsiniz, ama yarın ateşkes tesis edilirse, siyasi çözüme geçilirse siz bu ülkeyi birlikte yöneteceksiniz belki. Nitekim Birleşmiş Milletler’in teklif ettiği üç tane komiteden bir tanesi askeri komite. Ve bizim eğer imzalanırsa ateşkesin içinde de o komitenin hayata geçirilmesi. Çünkü ateşkesin sürekli olması ve yine insani konular, yine temas hattının belirlenmesi gibi tüm konularda birlikte karar verecekler. O yüzden ileride bugün olmayabilir belki, ama birlikte çalışmaya hazır olmalısınız diye söyledik. Ama tabii kolay değil, iki tarafın da bir şahıs ya da bir grup olduğunu söyleyemeyiz, sahada çok gruplar var, aşiretler var, farklı güçler var, yani Libya’nın durumunu sizler de biliyorsunuzdur. Ama sonuçta biz biraraya getirmeye çalıştık, ama bu mümkün olmayınca Ruslar Hafter’le çalıştı, biz Serrac’la çalıştık, karşılıklı bilgileri getirdik-götürdük.

Moskova’da yapılan kesinlikle bir arabuluculuktu, ateşkesin tesis edilmesiydi. Bizim yaptıklarımı ve söylediklerimiz kesinlikle çelişmiyor.

 

Önce başına gidelim, Roma Konferanslarının hepsine biz katıldık. Sehrat Anlaşmasında oradaydık. Daha sonra katılmayanların dahil olması konusunda çok çaba sarf ettik. Ve yine Hafter de zamanında Türkiye’ye gelmek istedi. Sayın Cumhurbaşkanımız da Cumhurbaşkanı Yardımcımız Fuat Bey ve benim kendisiyle görüşebileceğimizi söylediler. Fakat Hafter tabii üst perdeden gidiyor, Cumhurbaşkanını sadece muhatap alırım gibi bir eda içinde oldu. Ama Cumhurbaşkanımız haklı olarak da, burada meşru bir yönetim var, bunlarla Cumhurbaşkanı düzeyinde görüşmenin bunları meşrulaştırma anlamına gelebileceğini söyledi. Cumhurbaşkanımız diplomaside de çok tecrübeli bir insan gerçekten, haklı bir şekilde öyle, ama bizim düzeyimizde görüşme olabilirdi. Akile Salih’i de biz Sehrat Anlaşmasından sonra defalarca Türkiye’ye davet ettik. Ve birkaç defa tarih de verdi, son dakika iptal etti ya da kendisi ertelediğini söyledi, o ziyaretlerde mümkün olmadı. Özel Temsilcimiz Emrullah Bey sürekli her iki tarafa da gitti-geldi. Ne demeye çalışıyorum? Biz herkesle görüşüyorduk ta ki 4 Nisan’da Hafter’in Trablus’a saldırmasına kadar. Ondan sonra da tepki göstermemiz tabi ki bizim hakkımız. Çünkü askeri yöntemle meşru bir hükümete darbe yapmaya çalışan.

 

Tabii askeri yöntemle Trablus’taki meşru hükümete saldırması bir darbe girişimidir. Diğer örneklerden de yola çıkarak bizim Esad rejimine de eleştirilerimiz oldu ve diyaloğumuz da koptu. Ama Esad rejimini ve de muhalifleri biz Astana’da bir araya getirmedik mi? Soçi’de de bir araya getirdik biz de oradaydık. Yani bir taraftan İdlib’deki saldırılara ya da Halep’te diğer yerlerde olanları haklı olarak eleştirirken, diğer taraftan ateşkesin tesis edilmesi, taraflar arasında güven artırıcı adımların atılması zorla alıkonulanların takası dahil. Ve Anayasa Komisyonuyla da bir siyasi sürece geçilmesi konusunda en çok kim çaba sarf etti? Biz çaba sarf ettik. Sonuçta burada bir tarafı eleştirebilirsiniz, kızabilirsiniz, ama ateşkes ve diğer yine barış konusunda üzerinize düşeni de yapmalısınız. Biz şimdi Rum Kesimini tanımıyoruz bunu da söyleyeyim bitireyim. Ama Kıbrıs’ta kalıcı bir barış ve çözüm için daha önce Bürgenstock’ta olsun, Crans-Montana’da olsun, Rum tarafıyla da masanın etrafına oturmadık mı? Oturduk. Yani o ikisini ayırt etmek lazım, burada bir çelişki yok.

 

MUHALEFETİN ELEŞTİRİLERİ:

 

Biz daha önce yine Hafter’le Serrac’ın bir araya getirilme çabalarına destek verdik, ama onlar da Hafter’in tutumu yüzünden başarısız oldu. Yani muhalefetin ne olursa olsun iktidarı eleştirmek için bir şey bulmaya çalışmasını anlayabiliyorum, ama doğru değil yaklaşımları. Her şeyden önce yani burada bizim çabalarımız net, anlaşmalar konusunda tutumumuz net. Şimdi deniz yetki alanlarının belirlenmesi anlaşmasını tamam doğru buluyoruz, ondan sonra ama diyerekten onu bile sulandırmaya çalışıyor, işte diğer ülkeler orada, orada yoksunuz diye eleştiri yapıyorlar, var olduğumuz zaman eleştiri yapıyorlar. Şimdi ona bir girersek zaten çıkamayız. Dışişleri Bakanı olarak ben AK Parti’nin kurucu üyelerinden bir tanesiyim, bununla da gurur duyuyorum. Ama dış politikanın partiler üstü yürütülmesi taraftarıyız. Nitekim siyasi partilere gidip bilgilendirme Cumhurbaşkanımızın talimatıyla bilgilendirmemiz de bu amaca yönelikti.

 

MUHALEFETLE LİBYA KONUSUNDA DİYALOĞUN DEVAM ETMESİ:

 

Daha önce Savunma Bakanımız Hulusi Akar liderleri bilgilendirdi. Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Meclis’te yaptığımız konuşmalarda ben de Meclis’i bilgilendirmiştim, Meclis’te bizi davet ettiler. Yine siyasi partileri ziyaretimizde de şunu söyledik: Biz yine böyle konularda sizi bilgilendirmekten memnuniyet duyarız. Ama ola ki o anda biz düşünememişizdir veya siz bilgilendirmek istemişsinizdir bu konu ya da başka bir konu olur. Lütfen bize haber verin, hangi düzeyde olursa olsun gelir sizleri bilgilendiririz, çünkü dış politikada muhalefetin de bilgi edinme hakkı var. Zaten muhalefetteki siyasi partilere baktığımız zaman orada bizim eski çalışma arkadaşlarımız var, büyükelçiler var onlar gelebilir Bakanlığımızdan bilgi alabilir dedik. Ve süreç ilerledikçe böyle bir ihtiyaç olursa tabi ki biz bunu yapmaktan memnuniyet duyarız.

 

Saldırmadan önce de biz Hafter’le görüşmeye hazırdık ve Hafter ateşkesi desteklediğini ilan ettikten sonra da biz Moskova’da Serrac ve Hafter’le biraraya gelmeye hazırdık, ama onlar biraraya gelmeye hazır değildi.

 

Düşünün, meşru bir yönetim var onu darbe yoluyla yıkmaya çalışan bir darbeci eski general var, şimdi ona mareşal diyorlar. Bu Abdi Şahin’e de birçok unvan veriyorlar ya Kobani diyorlar, Mazlum diyorlar, general işte mareşal bir şeyler söylüyorlar. Neticede darbe yapmaya çalışan bir kişiydi, ama sonra ateşkesi desteklediği için biz öyle veya böyle burada ateşkes için zaten çaba sarf ediyorduk. Yani bizim sarf ettiğimiz çaba gayet ortada şeffaf.

 

Hafter ateşkesi de kabul ettiği için orada ateşkesin kalıcı olması için, anlaşmanın da imzalanması gerekiyordu ortak metnin ve bu anlamda da biz bunu kendi aramızda zaten gitmeden önce Cumhurbaşkanımızla da istişare ettik, orada da onlarla birlikte görüşmenin olumlu katkı sağlayacağını da düşündük, burada herhangi bir çelişki yoktur.

 

SAYIN ÇAVUŞOĞLU’NUN ‘HAFTER’İN VARLIĞINI YOK SAYMIYORUZ’ AÇIKLAMASI:

 

Ateşkes sağlanacaksa kimlerin arasında olacak? Meşru yönetimle, saldıran Hafter arasında değil mi? Esas, yani birçok unsurlar, güçler var ikisinin de arkasında ya da yanında, ama asıl güçler bunlar. Ne dedik? Yok saymıyoruz, ama meşru değil. Ne zaman meşruiyet kazanır? Ateşkes sağlanır, kalıcı olur, siyasi süreç işler ve siyaset süreç sonunda yine Libyalıların birlikte karar verdiği bir yönetimin içinde Hafter’de olursa o zaman meşruiyet kazanır. Ama şu anda çatışan bir taraf olarak, saldıran bir taraf olarak bir aktör haline geldi seversiniz, sevmezsiniz bize göre olumsuz ve yaptığı kabul edilemez. Ama ateşkes iki taraf için de ikisi arasında olacağı için belgeyi de onlar imzalayacağı için tabi yok sayılamaz, çünkü ateşkes için orada var ateşkesin sağlanması için var, ama altını da çizdik, meşru değil, meşru olan Ulusal Mutabakat Hükümeti.

 

Bizim muhalefeti görüyoruz her şeyin sorumlusu Erdoğan ve AK Parti iktidarı, başından beri öyle. Şimdi Suriye tablosu çiziyorlar Suriye’de Arap Baharını biz başlatmışız tamam rejimle yani Esad rejimiyle ilişkiler öyle olur böyle olur o konuda görüş olabilir o görüş, ama dinlediğiniz zaman bütçe görüşmelerinde de görüyorum oradaki iç kargaşayı, Arap Baharını biz başlatmışız, her şeyi biz yapmışız, 1 milyona yakın insanı biz öldürmüşüz, göçmenlere ev sahipliği yapmışız, ama bunu geri göndermeliyiz her şeyin sorumlusu biz. Yani biz şunu anlatmaya çalışıyoruz: Bakın burada yani sorumlusu Türkiye olarak görürseniz biz sizin söylediklerinizi dikkate alamayız. Ama şurada şurada eksiklik var, burayı da böyle yapsaydınız ya da bundan sonra böyle yapın derseniz bunu dikkate alırız, aynı şeyi Libya konusunda da söylüyorlar. Sanki Libya’daki 4 Nisan’da tekrar savaşı biz başlatmışız. Ondan sonra dışarıdan her şeyi biz getirmişiz, körüklemişiz, Trablus’un kuşatmasını biz sağlamışız, her şeyde iktidar ve biz haksızız, hatalıyız. Böyle bir yaklaşım olunca bırakın Cumhurbaşkanımızı benim Dışişleri Bakanı olarak dahi ciddiye almam mümkün değil. Yani o gün Meclis’teki tartışmalarda da bunu gördük maalesef, yani burada bizim söylediğimiz noktaya geldiler diye bir şey yok. Biz başından beri Suriye’de bak terörle mücadelede sahada var mıyız? Varız. Peki, insani konularda bizimle yarışacak kimse var mı? Yok. Siyasi süreçte en önemli aktör kim anayasa, Astana, Soçi hepsinde? Herkes herkesle çalışıyor, ama herkes Türkiye’yle çalışıyor. Biz Libya konusunda da aynı şeklide öyle. Yani bir kere de milli konularda muhalefette bizimle aynı çizgiye gelsin doğru şeyler yapıyoruz, gece-gündüz çalışıyoruz barış olsun ve huzur olsun bölgemizde her yönüyle ilgileniyoruz, herkes tüm dünya takdir ediyor. Yeri geliyor Mısır bile takdir ediyor, ama bizim muhalefete baktığımız zaman hep suçlusu biziz. İşte o sebepledir maalesef her konuda bir noktada buluşamıyoruz, çok farklı bakış açıları var.

 

 

PUTİN’İN LİBYA’DAKİ TAVRININ DEĞİŞMESİ:

 

Esasen bu, birlikte çalışmanın ve karşılıklı güvenin sonucudur. Bu arada muhalefetin söylediği şu açıdan da doğru değil:  Rusya Wagner’le ve diğer yöntemlerle Libya’da bir aktör haline gelince biraz önce de hepimiz hemfikir olduk Amerika burada fazla görünür değil. Mısır’la BAE’nin tutumu ortada, Fransa keza öyle. İngiltere, Almanya, İtalya birlikte çaba sarf ediyoruz, ama Rusya önemli bir aktör haline geldi. Ve biz Rusya’ya Suriye’de olduğu gibi ateşkes konusunda ikili düzeyde bir şey yapalım çünkü uluslararası toplum bir şey yapmaya çalışıyor bazıları, bazıları sırf ben de varım diye görünmek istiyor, ama somut adım atan yok. Yani Rusya’ya biz teklif ettik, Rusya’da hemen ateşkesi memnuniyetle kabul etti. biraz önce de söyledim bunu Bratislava’da Lavrov’la konuştuk, daha sonra Cumhurbaşkanlarımız Başkanlar telefonda görüştüler, Moskova’ya heyetimizi gönderdik, o heyet döndükten sonra biz taslak metin üzerinde Ruslarla çalıştık ve o gün baş başa görüşmede de bunun çerçevesini Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la Putin çizdiler, sonra bize de Dışişleri ve Savunma Bakanları olarak tebliğ ettiler. Biz de ondan sonra gerekli çalışmaları yine onların liderliğinde sürdürdük. Yani bizim burada Rusya böyle dedi diye bizim Rusya’nın çizgisine geldiler ya da bizim dediğimize geldiler yaklaşımı da doğru değil.

 

Ama burada gördük ki, Rusya’da gerçekten ateşkesi istiyor, siyasi süreçte de bir aktör haline geldi birlikte yaptık bunu.

 

DOĞU AKDENİZ’DE OLUŞAN TARAFLAR:

 

Bir akşam önce gece yarısına yakın bir zamanda İtalya Dışişleri Bakanı İstanbul’daydı beraber görüştük. Nereden geldi? Brüksel’den geldi. Oradan nereye gitti? Mısır’a gitti. Biz böyle bir sonucun çıkacağını zaten önceden biliyorduk., Fransa gidiyor, hemen 5-6 dışişleri bakanıyla biraraya geliyor,Türkiye aleyhine karar alalım diyerek bir metinle geliyor. Aynı şekilde yine Mısır’a gittiler, hemen Fransa’nın elinde Türkiye’yi eleştirelim diye bir taslak. Bunun sebebi ne? Barış Pınarı Harekatı. Barış Pınarı Harekatıyla hep söylüyoruz, hani bu belki hamaset gibi algılanabilir, ama biz gerçekten orada Fransa’nın başını çektiği bir PKK, YPG terör devleti kurulmasının önüne geçtik, oyunu bozduk. Ve Fransa o günden bu yana her platformda çok sert bir şekilde Türkiye karşıtlığı yapıyor. Bir yer hariç? Macron Cumhurbaşkanımızın karşısına çıktığı zaman, Londra’da olduğu gibi ya da telefonda olduğu gibi.Orada gayet iyi, makul.

 

Mesele şudur: Yüz yüzeyken nasıl tutum sergiliyorsa elbette bunun nezaketi var, diplomasi var, arkayı döndüğün zaman da aynı tutum içinde olacaksın, biz hiçbir zaman böyle bir ikiyüzlülük içinde olmadık her zaman Cumhurbaşkanımız da bizler de öyle. Dolayısıyla, orada böyle bir belge çıkacağını biliyorduk, ama bir gün önce de yine İtalyan ve diğerleri bu Borrell’in de katıldığı bir toplantıda Türkiye aleyhine bir belge açıkça Türkiye’ye kast ediyor ya da Türkiye’nin ismi var. Ama diğer dışişleri bakanları Türkiye ismini çıkardılar daha genel bir açıklama oldu. Orada böyle bir dengeleme olmayacaksa bu belgeyi imzalayacağını zaten İtalyan Dışişleri Bakanı söyledi. Niye? İtalya ve İtalyan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Conte Türkiye’nin bu süreçte izlediği politikadan memnun, çünkü biz diplomasiyi işletiyoruz sonuna kadar ve diğer alanlarda da diplomasiyi biz sonuna kadar işletiyoruz. Bakınız Barış Pınarını başlatmadan önce biz Amerika’yla diplomasi sürecini işlettik ve görev güçlerimizle, sonra askerlerimiz. Niye? Güvenli bölgeyi beraber oluşturalım diye. Amerika samimi davranmadı, bizimle bu çalışmaları yürütürken PKK, YPG’ye silah vermeye ve eğitim vermeye devam etti. Biz anladık ki, onlarla bir yere varamayacağız. Sonra işte o sahadaki gücümüzü gösterdik. Masada da sahada da biz gerekeni yapmayı bilen bir ülkeyiz ve diplomasiye sonuna kadar inanıyoruz. Ve Doğu Akdeniz’de bugüne kadar bizi dışlamaya yönelik üçlü, dörtlü adımları da gördük ve en sonunda kendi hamlelerimizi yaptık. Nedir bu hamleler? Birincisi, Kıbrıs etrafında sondaj gemilerimizi gönderdik dengeleri bozduk. İkincisinde ise Libya’yla deniz yetki alanlarının sınırlarını yani bizim kıta sahanlığımızın Batı sınırlarını bu şekilde belirlemiş olduk ve orada var olduğumuzu da herkese gösterdik ve kıta sahanlığımızı da BM’ye tescil ettirdik, yani bunlar üçlü, dörtlü çalışabilir. Mısır’ın bir şartı var bizimle şu anda görüyoruz konuşabilmek için yani herhangi bir şeyde efendim işte Erdoğan bizi eleştirmesin. Şimdi Erdoğan ilkeli bir insan, darbeye de karşı. Yeri geldiği zaman şimdi Mursi’nin ölümüyle ilgili bu konuları gündeme haklı olarak getirebiliyor. Ama biz Dışişleri Bakanıyla değişik düzeylerde görüşüyoruz, en son New York’ta, BM’de görüştük.

 

Cumhurbaşkanımız da dedi bakanlar düzeyinde görüşmeler olabilir dedi biz herkesle görüşüyoruz, görüşmemiz de lazım. Fakat burada Türkiye’nin menfaatleri olunca biz yeri geldiği zaman yumuşak gücümüzü, diplomasiyi, yeri geldiği zaman da sahada sert gücümüzü göstermemiz lazım.

 

TÜRKİYE’NİN LİBYA MESELESİNDE İTTİFAK KURDUĞU ÜLKELER:

 

Neden ben bir tarafla ittifak yapmak zorundayım?Türkiye için bana göre en kötü soru, sadece Türkiye için değil, bu coğrafyada yaşayan ülkeler için, Orta Asya’da dahil en kötü soru: Hangi taraftasın? Bazen diyor ya işte zemin kayması mı var? Hayır efendim. Ben Libya’da barış gelecekse Amerika’yla da çalışırım, şu anda olumsuz tutum içinde olan Fransa’yla da çalışırım ki zaten Berlin’e geliyor Rusya’yla da çalışırım.

 

Eğer barışa katkı sağlayacaksa, Mısırda zaten gelecek masada olacak.Kim olursa olsun,masanın etrafında barışa, huzura katkı sağlayacak kim varsa, biz bunlarla barış içinadım atmaya hayır demeyiz. İkili düzeyde Mısır’la veya İsrail’le şu anda ilişkileri düzeltiriz, düzeltmeyiz o başka bir konu, ama uluslararası platformda o var diye kaçmak durumunda da değiliz ya da onlar da katkı sağlıyor diye bu doğru bir şeyse ona da hayır diyecek değiliz, biz olgun bir devletiz. Ve tüm bunları gerçekten Cumhurbaşkanımızın liderliğinden.

 

İDLİB’TEN KAÇAN MİLİTANLARIN LİBYA’YA GİTTİĞİNE DAİR SÖYLEMLER:

 

Serrac Hükümeti de, bizim yetkililerimiz de zaten gerekli açıklamaları yaptı. Yalnız bir yerde terör örgütü varsa ya da teröristler varsa ve o ülkede yönetilemeyen bir ülkeyse o teröristler ülkelerine dönebiliyor. Avrupa ülkelerine döndüler mi? Döndüler. Oralarda terör saldırılarında bulundular mı? Bazıları da bizim iade ettiğimiz geçmişte. Bilgilendirerek iade ettiğimiz onların da salıverdiği teröristlerdi Fransa ve Brüksel Havaalanındaki teröristler.

 

Şimdi efendim onu anlatmaya çalışıyorum. Terörist teröristtir cihatçı da olabilir, Marksist, Leninist, Komünistte olabilir. İdeolojisi, ırkı, dini önemli değil terörist teröristtir. Ve Suriye’de teröristler var mı? Var. Bunlar savaşmaya yabancı terörist savaşçılar da var savaşmaya gelmiş ölmeye gelmiş. Peki, yine Fırat’ın doğusunda Rakka bölgesinde Deyrizor bölgesinde PKK’lıların, YPG’lilerin otobüslere bindirdiği DAEŞ’liler nereye gitti? Şimdi bunlar her yere gidebilir.

 

Tabii Libya’ya da varanlar var, orada da DAEŞ var. Şimdi İdlib bölgesine rejim ve destekçileri buna Rusya’da dahil Halep’ten o 45 bin insanı çıkartırken Rusya’yla birlikte çalıştık, ama sonuçta El-Nusra teröristlerini silahlarıyla beraber İdlib’e gönderdiler. Hums’tan gönderdiler, Hama’dan gönderdiler, ta Dara’dan güney batıdan otobüsle getirip El-Nusra ve diğer teröristleri İdlib’e bıraktılar. Burada niyet neydi? Yarın bunların burada bulunmasını bahane ederek İdlib’e de saldırmaktı, nitekim de öyle yaptılar. Şimdi bu teröristler her yerde şimdi DAEŞ dağıldı gitti herhangi bir yeri kontrol etmiyor. Dolayısıyla, bunlar kendi ülkelerine gitmeye çalışıyorlar, biz çok sayıda yakaladık, son zamanlarda da yakaladık, girdikten sonra da yakaladık. El Bağdadi’nin ailesi yakın ailesinin mensupları dahil, ama çok kaçan da oldu, Afganistan’a giden de var, Afrika’ya giden de var, ama nerede bir kaos varsa, çatışma varsa bir teröristler oraya gidiyor, iki dünyada çok böyle savaşmaya özentili çok çılgın insanlar var ve yabancı terörist savaşçıların hepsi ideolojik değil, bazıları da ölmek ve öldürmek için gidiyorlar.

 

Şimdi Ukrayna’nın doğusunda o savaşın böyle en hızlandığı dönemde ne kadar yabancı savaşçı vardı biliyor musunuz? Orada ideolojiyle ilgili bir konu yoktu 35 bin yabancı savaşçı vardı. Zaten radikalleşen insanlar Libya’ya gider deniyor, evet gidenler de var ve bu teröristler de Serrac Hükümetine ve Trablus’a saldırdılar, hatta benim Trablus ziyaretimden iki gün sonra gidip de toplantı yaptığımız Dışişleri Bakanlığına da saldırdılar. Yani burada teröristlerle bunlar birbirleriyle çatışmak yerine, enerjilerini teröristlerle çatışmaya harcamaları lazım.

 

AYKUT ERDOĞDU’NUN SORU ÖNERGESİ:

 

Bu tamamen gerçek dışı. Gerçekten bu Suriyeliler üzerinde muhalefetin seçim zamanında özellikle çok yanlış tutumlar oluyor. Bunun bir insani dram olduğunu çabuk unutuyoruz. Tabi her insani dramın, çatışmaların, yönetilmeyen ülkelerin veya terörün güvenlik boyutu da var, o açıdan da bakmak lazım ama, insani boyutunu unuttuğunuz zaman hatalarınız art arda geliyor. O yüzden iddiaların hiçbirisi doğru değil.

 

Ayrıca, yine gündeme geldiği zaman ilgili kurumlarımız da, yine Ulusal Mutabakat Hükümeti de son derece net açıklamalar yaptılar, onlar da zaten bu konularda hassaslar. Böyle bir şeyin olmadığını da çok net bir şekilde söylediler. Dolayısıyla bunun üzerine sürekli işte iddialar ya da bu sizin söylediğiniz gibi vatandaşlık verecek gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığı nasıl alınır bunlar kanunlarda zaten belli. Dolayısıyla gerçekten milletvekillerimizin ve siyasetçilerimizin de böyle gerçek dışı hayal ürünü iddialara inanıp da ya da inanmak isteyip de bunu bu şekilde gündeme getirmesi doğru değil. Tabi her milletvekilinin bize de gönderiyorlar yazılı soru önergeleri var, bazen bizim Bakanlıkla ilgili olmasa bile biz onu yazıyoruz, gönderiyoruz o bakanlıkla ilgili diye, yine bizde bir bilgi varsa veriyoruz. 16 sene milletvekilliği yapmış bir kişi olarak da Meclisin ve milletvekillerinin de önemini de önemini de gayet iyi bildiğimiz için elimizden geleni yapıyoruz. Bazen hiç ilgili olmayan sorular da gelebiliyor, yani başka bir tabir kullanmak istemiyorum, ama olur, merak edilmiştir, ama biz de gereğini zaten yapıyoruz. Geldiği zaman ilgili Bakanlığımıza, nereye gönderdiyse onlar da zaten cevabını verecektir.

 

LİBYA’DAKİ MUHARİPLER:

 

Şimdi efendim, burada iki taraf var mı? Var. Serrac’ın, meşru Hükümetin yine muharip güçleri var mı? Var. İçişleri Bakanlığı var, Savunma var, tüm kurumlar var. Ve neticede bizim de anlaşmamız var mı? Bu anlaşmanın içinde eğitim ve bilgi paylaşımı, teknoloji var mı? Var, Cumhurbaşkanımızın da söylediği bu.

 

Bakınız, Sehrat Anlaşmasından sonra 2259 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı var. O Güvenlik Konseyi kararı baktığınız zaman diyor ki, bu Ulusal Mutabakat Hükümetini ülkeye istikrar ve barış getirmesi için destekleyin, diğer taraflarla da bağınızı kesin, kesinlikle destek vermeyi bırakın, bağınızı kesin diyor ve bu hükümete destek verin diyor. Bu hükümetin de… Bugüne kadar Trablus’un düşmemesinin sebebi ne? Muharip güçleri de var, bizim de anlaşma çerçevesinde eğitim alanlarda, diğer alanlarda iş birliğimiz var, bunların hepsi de şeffaf ve uluslararası hukuka uygun kendi anayasamıza ve kendi yasalarımıza da uygun bir şekilde…

 

HAFTER VE SERRAC HÜKÜMETİNİ KIYASLANMASI:

 

Esasen havadan, yani Mısır’ın savaş uçakları vermesi ya da Birleşik Arap Emirlikleri’nin farklı ülkelerden temin ettiği dronlar dahil, insansız hava araçları gibi, bunları saymazsak, bir de sağdan-soldan lejyonerleri saymadığımız zaman Hafter’in bir gücünün olmadığı da ortada. Tabi ben askeri bir uzman değilim ama, arkadaşlarımızın yine, başka ülkelerin uzmanlarının verdiği bilgelere, raporlarına göre söylüyoruz. Ki bu anlamda tabi kurumsal bir ordu, yapı Serrac’a bağlı, diğerleri işte darbe girişiminde bulunan bir yapılanma ama dışarıdan bu şekilde işte Wagner’in gitmesi, yine güney ülkelerinden lejyonerlerin gelmesiyle sahada da biraz gücünü artırdılar. Ama bugün Wagner olmasa, havadan bu destek olmasa karada herhangi bir gücünün olmadığını da yine ilgili uzmanlar da söylüyor.

Şimdi şöyle anlatabilirim: Bizim tezkereden sonra bir an önce ateşkesin sağlanması için uluslararası toplumun çabaları çok hızlandı, her türlü çabaları, bize yönelik de, kendi aralarında da, hep birlikte de, ama bu çabalar ateşkesi getirmedi. Yine Rusya’yla, Hafter imzalamasa da iki tarafın da açıkladığı, destek verdiği daha doğrusu bir ateşkes açıklaması, bizim çağrımız ve şu ana kadar da ateşkesin devam etmesi. Yani uluslararası toplumun da bu konuda tüm çabalarına hız verdiğini, yoğun bir şekilde çaba sarf ettiğini bu tezkereden sonra gördük olumlu anlamda da, olumsuz anlamda.

 

MISIR’IN KIŞKIRTILMASINDA ROL ALAN ÜLKE:

 

Kesinlikle Birleşik Arap Emirlikleri. Bizim Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Abu Dabi yönetimiyle ve Suudi Arabistan’la ikili hiçbir meselemiz yok.

 

ek bir dertleri var, İhvan, Müslüman Kardeşler onların saltanatının yıkılması için çok büyük bir tehdit, dolayısıyla Türkiye de darbeye karşı gelerek İhvan’ı desteklemiş oluyor.

 

Biz bunu kendileriyle de görüştük, Dışişleri Bakanı Abdullah’la defalarca görüştük. Abdullah daha sonra Türkiye’ye geldi, Cumhurbaşkanımız da kabul etti, orada da görüştük. Benim Abu Dabi ziyaretim marjında yine Muhammed Bin Zayid’le de görüştük Veliaht Emirle şu anda görüştük ve bunları da konuştuk. Hatta dedik ki, bizim sizinle bir problemimiz var mı? Yok. Niye bize karşı böyle tutum içindesiniz? Bizim size karşı olumsuz bir adımımız var mı uluslararası arenada ya da ikili düzeyde? O da yok. Mısır’da bizim ilkesel bir tutumumuz var, belki sizinle ilişkilerimiz iyi olursa yarın oranın da bir istikrara kavuşması konusunda adımlar atabiliriz. Bizim Müslüman Kardeşler diye bir derdimiz yok ki, halk kimi seçerse onunla çalışırız.

Bakınız dedik Tunus’ta Ennahda kazanmıştı seçimi Yasemin Devriminden sonra, onunla çalıştık, o gün başka bir yönetim vardı ziyaretimde, bakın bugün başka bir yönetim var, ilişkilerimiz daha iyi, daha çok destek veriyoruz. Bize ne ki, halk kimi seçerse biz onunla çalışırız. İşte Kuveyt’te aynı şekilde Müslüman Kardeşler mecliste var mı? Var. Yine Müslüman Kardeşler yönetimde var mı? Var. Siz de öyle olun.

 

Bakınız, bunların bu Müslüman Kardeş korkusu Yemen’i bu hale getirdi. Neden? Önce Yemen’deki Müslüman Kardeşlere, her ülkede adı farklı da, sonuçta Müslüman Kardeşler, Yemen’deki Müslüman Kardeşleri orada bertaraf etsin diye Husilere en çok desteği bunlar verdi, aynı zamanda İran da destek veriyordu. Ama oradaki Müslüman Kardeşler dedi ki, biz siyasi bir hareketiz, kimseyle de savaşmak istemiyoruz, kırsal kesimlere, dağlara doğru çekildiler. Bu sefer her iki tarafın da verdiği silah ve destekle Husiler tüm Yemen’i ele geçirdiler, başkentler dahil. Bu sefer de paniklediler, koalisyon kurdular ve Yemen’i bombalamaya başladılar. Şimdi gerçek niyetlerini gördük, Yemen’i bölmeye çalışıyor Abu Dabi yönetimi. Abu Dabi yönetimi diyorum, çünkü tüm bunları yapan Abu Dabi’deki işte Muhammed Bin Zayid ve ailesi, bunlar. Yani burada 7 tane emirlik var biliyorsunuz…

 

Bunlar her şeyi yapıyor. En çok zararı da diğerlerine veriyor, son zamanlarda ekonomilerinde de görüyoruz. Hayret ediyorum ya, bizim bazı emekli büyükelçilerimiz de söylüyor, Serrac’ın Müslüman kardeşlerle uzaktan-yakından ilgisi yok, böyle bir insan profili de değil. Yani ona saygısızlık etmek istemiyorum, hani böyle bir şey yok.

 

Neticede şahsın bireysel olarak seküler olup-olmadığını, inançlı olup-olmadığını ben sorgulayamam. Ama neticede devlet yönetimi olarak da bizim anladığımız anlamda laik bir devlete inanıyor. Kendi inancı vardır-yoktur, ona ben bir şey söyleyemem. Ama uzaktan-yakından onların söylediği gibi böyle hani aşırı uçta bir insan da değil, yönetimi de öyle değil, hepsini tanıyoruz.Hafter’i bilmiyorum ben, yani Hafter’in bildiğimiz bir şeyi var, darbeci. İdeolojisi önemli değil, yani bir insanın ideolojisinden dolayı… Gerçekten şu andaki Serrac yönetimi tüm Libyalıların, bir grup hariç, desteğiyle ve bir anlaşma sonucunda ve BM Güvenlik Konseyi’nin de kararıyla desteklediği, meşru kıldığı bir yönetim. Öyle bir grup olsa Libyalılar arkasında birleşir miydi? Birleşmezdi.

 

TRABLUS’TAKİ MEŞRU YÖNETİMİN DEVRİLMESİ HALİNDE TÜRKİYE’NİN LİBYA’YLA YAPTIĞI ANLAŞMANIN AKIBETİ:

 

Önemli olan şudur: Bu ateşkesten sonra siyasi süreçte Libya’nın meşru yönetimi kim olacak? Meşru yönetim belli olduktan sonra o meşru yönetim nasıl kararlar alacak? Buna bağlıdır bu iş. Ama Hafter gücü ele geçirirse böyle bir risk var.

Peki, benim bu kazanımımı sizin sorduğunuz sorudan yola çıkarak, bu kazanımımızı korumak anlamında gereken adımları atma hakkım var mı, atmamız gerekiyor mu? Gerekiyor.Sadece bir sebepten dolayı burada biz bir politika belirlersek yanılmış oluruz, ama bu konu da dahil işin içine.

 

Ama burada esas amacımız nedir? Ateşkesi, yani tarafları dengeleyerek silahla ya da askeri yöntemle bir çözümün olmayacağını –gördüler de zaten- bir kere daha anlatmak, ondan sonra siyasi sürece geçmek. Ama bu arada da kendi menfaatlerimizi korumak, bize yönelik bir tehdit oluşursa ya da saldırı olursa, bunun gereğini de yapmak.Tabii, işin genel çerçevesi bu, gerisi detay. Öyle olur, böyle olur, ona ihtiyaç olur, buna ihtiyaç olur, şöyle adım atarız, böyle adım atarız, bunlar varsayımla konuşulacak şeyler ama, bu çerçeve içerisinde gereken adımları atmaktan da çekinmeyiz. Elbette önemli bir çıkar sözkonusu. Şimdi bu anlaşmayla beraber bizim Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığımızın batı sınırları belli oldu.

 

Önceden batı sınırları açıktı. Yani güney ve doğu sınırları belliydi, batı sınırı açıktı. Belirsizdi, burası ihtilaflı alanlardı. Neticede buralar tabi açık denizler, açık denizler olduğu için burası, şu mesela söylediğimiz şu D, E ve biraz ilerisine kadar açık vardı, daha sonra yine bu anlaşmayla beraber şu F ve E hattına baktığımız bizim burada bizim ortay hattımız belli oldu.

 

Cumhurbaşkanımızın da haritada gösterdiği şöyle bir hat var, onu bu haritada göremiyoruz. Bu nedir? Bir ülkeyle deniz yetki alanın sınırlandırması anlaşması yapabilmeniz için, karadan karaya o ülkeyi görmeniz lazım. Bizim de buradan başladığımız zaman, bu batı sınırlarına bu H noktası dahil oradan aşağıya kadar o Cumhurbaşkanımızın gösterdiği haritada hatla beraber bu iki ülke birbirini görüyor, ama kıta sahanlığımız da şurada birleşir F ve E hattında, yani bu bölgeler eskiden belirsiz. Şimdi bununla beraber…

 

Bizim kıta sahanlığımızın bir kere alanı arttı ve batı sınırları da belli oldu.Kıta sahanlığı ne demektir? Denizin dibindeki hidrokarbon zenginlikleri dahil, zenginlikler konusunda senin hakkın var demektir. Bizden izinsiz kimse burada bir şey yapamaz.

 

Şu yeşil alanda da yine Libya’nın kıta sahanlığıdır, bu anlaşmayla onların kıta sahanlığı 40 bin kilometrekare artmıştır ve onların sahasında da Libya’dan izinsiz kimse yapamaz. Ayrıca, şimdi bu EastMed dediğimiz boru hattı, şu İsrail’den gittiğimiz zaman yukarı doğru, yani şundaki yaptıkları anlaşmanın hiçbir gerçekçi yanı yoktur, fizibıl da değildir. Ama diyelim ki bizim üzerimizden geçecek, Kıbrıs üzerinden geçecek, bizim kıta sahanlığımız bu turuncu yer yine doğuya doğru gittiğimiz zaman, oradan da geçse, diğer taraftan da geçse buradan bir boru hattının geçmesi için bizden izin almaları gerekiyor.

İSRAİL İLE BENZER BİR ANLAŞMA İMZALAMANIN GEREKLİLİĞİ:

Yaptığımız açıklamada tüm ülkelerle, Rum kesimi hariç, böyle birişbirliğine hazır olduğumuzu söyledik. İsrail’le bizim bir kere karadan karaya bu şekilde Cumhurbaşkanımızın gösterdiği haritada olduğu gibi birbirimizi görmemiz lazım. Burada görebilmek için arada biliyorsunuz Kıbrıs var. Kıbrıs netice Rum kesimini tanımasak da bir ülke. Dolayısıyla burada İsrail’le esas iş birliğine ileride gidilecek nokta, onlar uluslararası piyasalara götürmek için boru hattını inşa edeceklerse bizim kıta sahanlığımızdan geçmesi için bizimle iş birliği yapmak zorunda, kısacası bizden izin almak durumunda. Şu gördüğünüz turuncu bölgede bizden izinsiz hiç kimse sondaj çalışması veya diğer sismik çalışma yapamaz.

 

Alırız-almayız o başka bir şey, başka iş birliğine gideriz ve buna benzer projelerde yine bazen ortak oluyoruz TANAP’ta olduğu gibi, bazen de işte Bakü-Tiflis-Ceyhan’da olduğu gibi, yine bunun tüm transit ülkelerde olduğu bizim de tabi buradan elde edeceğimiz gelirler oluyor, bu iki ülke arasında ya da çoklu bir şeklide varılacak anlaşmaya bağlı ne kadar ne alınır.Kıta sahanlığımız, biz bunu Birleşmiş Milletler’e kaydettirdik. Yani burası kısacası kıta sahanlığıdır, bu kıta sahanlığında dediğimiz gibi yerin altındaki zenginlikler için geçerlidir. Şimdi yarın Karadeniz’de olduğu gibi biz örneğin suyun içindeki zenginlikler konusunda, bu konuda da askerlerimiz, tüm kurumlarımızla tıpkı bu kıta sahanlığının belirlenmesi olduğu gibi istişarelerimizi yapıyoruz.

 

Burada dikkat ediyorsanız uluslararası hukuk bakımından bu adaların, Girit ve diğer adaların kıta sahanlığı olmaz, ama karasuları vardır. Karasularının genişliği ne kadardır? 6 mil. Türkiye uluslararası hukuka riayet eden ve uluslararası denizcilik hukukuna uygun bir şekilde anlaşma imzalamıştır, riayet eden bir ülkedir, Uluslararası Adalet Divanı’nın verdiği kararlara da uygun ve dikkat ediyorsanız o adaların 6 millik karasularına da riayet etmiştir.

 

Sonuçta münhasır ekonomik bölge konusunda -orayı da tamamlayayım- konuşuyoruz. O da ne için geçerlidir? Suyun içindeki zenginliklerin değerlendirilmesi bakımından. Yani kıta sahanlığında yeraltı zenginliklerine ilaveten. Yani burada balıkçılık örneğin ya da suyun içinde yine rüzgar olabilir, su akıntısından enerji elde etmek isteyebilirsiniz, bu konularda her gün yeni teknolojiler gelişiyor. Yani bunu da eder miyiz-etmeyiz, ne zaman ederiz, bunu da kurumlarımızla biz istişare ediyoruz. Ama bu kıta sahanlığıyla yerin altındaki hidrokarbon zenginlikleri hakkında Türkiye’nin hakkı vardır.

 

DOĞU AKDENİZ’DE ELDE ETTİĞİMİZ ZENGİNLİKLER:

 

Hidrokarbon zenginlikleri. Münhasır ekonomik bölge dediğimiz zaman suyun içindeki zenginlikler diyoruz.

Şimdi bizim sismik gemilerimiz var, 3 tane sismik gemimiz oldu şu anda, araştırma gemimiz, 2 tane de sondaj gemimiz var. Önce sismik araştırma gemilerimiz gidiyor araştırmalarını yapıyor, ihtimal olan yerlerde bulgular doğrultusuna bu sefer sondaj gemilerimiz de gidiyor. Örneğin şu C noktasına yakın bir yerde bu Rum kesiminin de parsellediği 7’nci parsel dediği bir yer var ve bizim kıta sahanlığımızda burada kesişiyor. Orada önce Barbaros Hayrettin Paşa ya da Oruç Reis gitti sismik çalışması yaptı, noktayı belirledi, ondan sonra sondaj gemimizi Fineke-1 bölgesindeydi oraya kaydırdık. Önce sismik gemiler gidiyor araştırıyor, sonra sondaj. İnşallah buralarda da petrol de, gaz da buluruz, bayağı yoğun bir çalışmayı arkadaşlarımız, Enerji Bakanlığımız, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, diğer şirketlerle de, yine Karadeniz’de, diğer yerlerde işbirliği yapıyorlar…İnşallah hem Karadeniz’de, hem Doğu Akdeniz’de alırız.

 

17 ADA MESELESİ:

 

(Genelkurmay eski Genel Sekreteri Ümit Yalım) Hangi adaların bulunmadığını söylüyor? Onlar Ege Bölgesinde biliyorsunuz daha önce Lozan’la ve 48 Barış Anlaşmasıyla aidiyeti belli olmayan adalar, adacıklar var, o konudaki ihtilafları kastediyor. Ve biz bunu daha önce de Mecliste de konuşma yaparken bu özellikle Kardak krizinden sonra, tekrar söylüyorum, burada herhangi bir partiyi suçlamak ya da AK Partiyi kurtarmak ya da bizim iktidarlarımızı temize çıkarmak için değil, bu ulusal bir meseledir.

 

Ama şunu net bir şekilde, açık bir şekilde ve yine vicdanen de rahat bir şekilde söylüyorum ki, Kardak olayından sonra hiçbir adanın statüsünde hukuki olarak da, fiziki olarak da bir değişiklik yaşanmamıştır. Bakın, bir şey söylüyorum, Kardak olayından sonra bu adaların fiziki durumu ve de hukuki statüsüyle ilgili hiçbir değişiklik olmamıştır ve buna sadece AK Parti iktidarı değil, bizden önceki koalisyon iktidarı da dahildir. Kardak olduğu zaman sanırım Çiller Hükümeti vardı, Çiller Hükümeti ve ondan sonra bir koalisyon hükümeti oldu, o da dahildir. Yani biz burada sadece AK Partiyi aklamak için bir şey söylemiyoruz. Burada bu milli bir meseledir, bunu da zaten sürekli kurumlarımızla da görüşüyoruz, siyasi partilere de bu konuda bilgiler de verdik. Yani bunu siyasi amaçla başka yere çekmeye kimse çalışmasın.

 

Bakınız, biz hiçbir şeyden çekinmeyiz. Tekrar ediyorum, altını çizerek söylüyorum, söylediğim çok net; Kardak olayından sonra asker veya ortaya atılan iddialar konusunda bizim dönemimizde hiçbir bizim aleyhimize olumsuz gelişme olmamıştır. Bu ne demek, biraz düşünün.Söylediğim gayet net, ne zaman ne olduğunu anlatan bir şey söylüyorum. Aidiyeti belli olmayan adalar, yani kime ait, Türkiye’ye mi, Yunanistan’a mı? Lozan’da ve 48 Barış Anlamasında bunlar kime ait olduğu belirlenmemiş, listelenmemiş. Biz bizim diyoruz haklı olarak, onlar bizim diyor, buna benzer. Zaten istikşafi görüşmelerin amacı ne, yani şimdi niye istikşafi görüşmeler başlatıldı? Kardak krizden sonra bir daha böyle gerginlik olmasın, bu konuları kendi aramızda görüşelim, bir çözüm yolu bulalım diye rahmetli İsmail Cem döneminde başladı istikşafi görüşmeler, biz de bunları Yunanistan’la devam ettirdik, bir tek Çipras döneminde bu maalesef devam edilmedi bu istikşafi görüşmelere, o bahaneyle, bu bahaneyle.

 

Sonuçta istikşafi görüşmeler neden başladı? Bu adalardaki bu anlaşmazlıkları nasıl çözebiliriz. Tabi bunun içinde … var, ondan sonra karasuları var, Ege’de anlaşamadığımız tüm konuları birlikte görüşelim. Yani bu sorun bugün başlamış bir sorun değil. Yani ben size daha da örnekler verebilirim ama, şu anda ancak bunları size söyleyebilirim.

 

Kesinlikle bizim dönemimizde,hukuki ve fiziki, Türkiye’nin aleyhine olumsuz hiçbir adım atılmamıştır. O yüzden bunun faturasını AK Partiye kesmeye çalışmak veya bizim iktidarımıza, Türkiye’ye zarar vermek demektir. Muhalefet de bunu birkaç defa gündeme getirdi. Bir kere Sayın Akşener’le bu konuyu konuştuk ve CHP’yle de yine bu konuları konuştuk ve bizim eski mensuplarımız, büyükelçilerimiz, eski büyükelçi olmaz da, mensuplarımız emekli olmuş, orada da bu bilgilendirmeleri zaten kendi partilerinde de yapıyorlar.

 

Bu siyaset meselesi değil, biz bunu siyaset meselesi yaparsak, buradan hiç zarar görmeyen tek parti varsa o da AK Partidir, yani bizim iktidarımızı kastediyorum, yani burada o parti, bu parti. Biz ne diyoruz? Bu siyaset üstü bir meselesidir, milli bir meseledir, bunu bu şekilde siyasi partiler birkaç defa gündeme getirdiler, ama şimdi onlar da bunun bu şekilde olduğunu anladılar sağ olsunlar ve kendilerine de aynı şekilde bilgilendirme yapıyoruz, görüyoruz. Ama bunu bu şekilde işte ulusalcılık adına başka yönlere çekmeye çalışanlar var ya da AK Partiyi kötülemek için olumsuz bir şekilde kullanmaya çalışanlar var.

 

HAFTER TRABLUS’U ALIRSA BİZİM MUTABAKAT HÜKÜMETİYLE YAPTIĞIMIZ ANLAŞMANIN AYNISININ YUNANİSTAN’LA YAPABİLABİLME OLASILIĞI:

 

Her ülke herkesle yapabilir, burada bir şey yok. Ama yaptığı zaman, Türkiye olmadığı zaman ne kadar geçerli olur, ne kadar geçerli olmaz, hukuki ve sahadaki konum bakımından o zaman bu işler tartışılır.

 

MUHALEFETLE LİBYA GÖRÜŞMELERİ:

 

Bence görüşmeler iyi bir ortamda geçti, öncelikle tekrar kendilerine teşekkür ediyoruz, güzel bir şekilde ağırladılar nezaket içinde. Biz de gerekçelerini anlattık, zaten gerekçelerin önemli kısımları da zaten yine Meclise giden tezkerenin gerekçesinde de var, ama perde arkasındaki bilgileri, gelişmeleri, ne oluyor, amacımız ne? Ve bugün dengeleyerek ateşkesi tesis etmeye çalıştığımız da o gün genel başkanlara ve heyetlerine de gayet güzel bir şekilde anlattık. Sordukları sorulara da samimi bir şekilde, hiçbir böyle popülizme girmeden anlattık. Örneğin en kötü senaryoya hazır mısınız dediler. Biz de tabi ki hazırız, zaten tezkerenin Meclise gönderilmesinin sebebi de bu. Yani bizim amacımız gidip ülkeyi işgal etmek ya da orada çatışmanın tarafı olmak değil, ama bize yönelik bir saldırı, gemilerimize olur, ticari gemilerimize olur veya bize yönelik olur, bir saldırı olur, çünkü Hafter sürekli işte üst perdeden tehditler falan da savuruyordu, buna göre de hazırlıklı olmamız gayet doğal diye konuştuk, samimi bir şekilde anlattık. Ama zaten CHP önceden kararını vermişti, yani bu tür açıklamalar yaptılar ve ben çıkar çıkmaz da zaten yine Genel Başkan Yardımcısı Ünal Bey açıklamasını yaptı.

 

Sayın Akşener de henüz karar vermediklerini söyledi, iyi ki bilgilendirdiniz dediler. Biz daha sonra parti organlarımızda ve milletvekillerimizle de iştira edeceğiz, kararımızı ondan sonra vereceğiz dediler ve sonra da kararlarını zaten açıkladılar.

 

Biz samimi bir şekilde bilgilendirdik, o zaman da söylediğim gibi takdir onların. Biz illa yüzde 100 ikna edeceğiz diye de gitmedik. Ama bu önemli ve hassas bir konu olduğu için muhalefeti bilgilendirmenin doğru olacağını Sayın Cumhurbaşkanımız düşündüler, daha önce Hulusi Paşa’ya biliyorsunuz yine talimat vermişlerdi, kendileri gitti bilgilendirdi ve bu sefer de ben gittim bilgilendirmede bulundum.

 

SURİYE İLE İLİŞKİLER

 

Suriye’de, İdlib özelinde durum gerçekten vahim bir hale gelmişti. Yine İstanbul’daki görüşmede önce İstihbarat Başkanımız, sonra Milli Savunma Bakanımız muhataplarıyla görüşmeler yaptılar ve tekrar bir ateşkesin tesis edilmesi konusunda neler yapılacağını konuştular. Daha sonra iki başkana bilgilendirmede bulundular, Hulusi Paşamız orada Cumhurbaşkanımızı bilgilendirdi ve onların da talimatıyla belirlenen saatte, yine o gece, aynı gece tevafuk ateşkes ilan edildi.

 

Görüyorsunuz her şey size bağlı olmuyor. Hep diyorlar ya, Türkiye suçlu, iktidar suçlu, iktidar suçlu, siz elinizden gelen samimi gayreti gösteriyorsunuz. Ateşkes niçin önemli? Orada da siyasi süreç için önemli. Yani ateşkes bir taraftan çatışma devam ederken Anayasa Komisyonunun, hatta Astana Toplantılarının verimli geçmesini bekleyemezsiniz, o güven artırıcı adımları atmak da pek kolay olmuyor. Çünkü duygular çok yüksek oluyor, nefret tekrar ortaya çıkıyor, kızgınlık vesaire. Fakat görüyoruz ki rejim ihlal ediyor. Şimdi Soçi’de bir mutabakat sağladık, daha sonra gelişmeler oldu. Onlara sorarsanız, efendim muhalifler saldırdı. Belgesini verin; yok. Muhalefete bakıyorsunuz, tabii ki biz rejimin saldırılarını görüyoruz ve muhalefet de tabii ki kendisini korumak için karşılık da vermek durumunda. Ama acımasızca saldırıyorlar, havadan hastaneler, okullar dahil sivillerin olduğu yerleri bombalıyorlar. O nedenle siviller evini terk ediyor, şehrini terk ediyor, birçok sivil de ölüyor. Şimdi bizim tepkimiz bu. Şimdi burada sükuneti sağlarsak, Anayasa Komisyonunda ilerleme sağlarız. Anayasa Komisyonu nedir, ne için var? Mevcut Anayasayı tadil edebilirler ya da baştan bir anayasa yazabilirler, yazarken de mevcut anayasadan alıntılar olabilir, bizde de geçmişte olmuştur. Ama buna Libyalıların kendisi karar verecek. Bizim görevimiz neydi? Komisyonların kurulması, heyetlerin belirlenmesi, çalışması.

Birinci toplantı iyi geçti. İkinci toplantıya rejim kabul edilemez siyasi ön şartlar öne sürdü. Taleplerden bir tanesi nedir biliyor musunuz? Anayasa için birlikte çalıştıkları muhalefete diyor ki rejim; kendinizi diyor, yani muhalefetleri, rejimin dışındaki tüm unsurlar kendinizi terör örgütü olarak ilan edin, ondan sonra anayasa çalışmalarına devam edelim diyor, bu ön şart. Bu nedir? Ben siyasi çözüme inanmıyorum, askeri yönteme inanıyorum diyor. Bunun da durdurulması lazım, bu şekilde olmaz. Eğer Libya’da sokak çatışmasına dönerse bu iç savaş, bu savaş bitmez. İdlib’le birlikte biteceğini düşünüyorsa rejim, orada da bitmez. Zaten şu anda diğer kontrol ettiği yerlerde de hiçbir şey sağlayamadığı için insanlar isyan etme noktasına gelmiş. Farklı ülkelerin istihbaratlarının da raporları bu yönde. Yarın Libya’da, özür dilerim, Suriye’de başka yani gerginlikler ya da olaylara da gebe bu ülke. Dolayısıyla bir an önce siyasi çözüme giderek…

 

Uluslararası toplumun şartı nedir? Zor şartlarda yaşayan insanlara yapılan insani yardımdan bahsetmiyorum, yani Suriye’nin yeniden inşası için gerçek anlamda siyasi çözüm diyor. Siyasi çözüm olmadan ben yapamam, çünkü yaptığım yardımın bir anlamı olmaz, yarın savaş devam ederse yıkılır, yanar, kül olur diyor, gördük bunların hepsini. Yani burada gerçekten biz çok samimi çabalar sarf ediyoruz ki artık bu savaş bitsin ve İdlib’de de ateşkes korunsun, sahada gereken adımları birlikte atalım. Ruslarla hatta şunu da konuştuk: Yani bu ateşkesi tekrar ilan edince bu sefer bu 400 bin civarında insan evini terk etti ya, onlara koridorlar açarak tekrar evlerine dönmelerini sağlamak. Ama rejim üzerinde etkisini daha fazla.

 

İdlib’de ateşkes tam anlamıyla bozuldu diyemeyiz de ihlaller var. Önümüzdeki süreçte bu ihlalleri durdurabilirsek ateşkesi tekrar sağladık diyebiliriz. Ama bu saldırılar ve ihlaller artarak devam ederse o zaman ateşkesten bahsetmemiz mümkün olmaz.

 

 

 

 

 

AHMET DAVUTOĞLU’NUN KURDUĞU GELECEK PARTİSİ:

 

Sayın Davutoğlu yeni bir parti kurdu. Dolayısıyla şimdi bu konularda yorum yaparsam yeni parti kurdu diye böyle yorum yapar ya da şöyle yorum yaptı denir. Neticede şu anda sarf ettiğimiz çabalara biz odaklanmamız lazım. Yani her alanda, bir taraftan terörle mücadele, bir taraftan göçmenlerin geri döndürülmesi, diğer taraftan İdlib’de sükunetin korunması ve de siyasi sürecin hızlanması gibi konulara odaklanıyoruz ki tüm alanlarda Türkiye aktör söylediğimiz gibi.

 

MİT VE SURİYELİ MUADİLLERİNİN GÖRÜŞME YAPMASI:

 

Sayın Cumhurbaşkanımız da gayet net bir şekilde istihbarat düzeyinde görüşmeler olabilir demişti ve bu görüşme de bu kapsamdadır. Ve şu anda o görüşmede de tabii ki basına da zaten yansımaları da oldu; YPG-PKK onlar için de bir tehdittir. Yani Suriye’nin sınır bütünlüğü, toprak bütünlüğü için bir tehdittir YPG-PKK…Tabii ki Esat için de.

 

Suriye’nin sınır bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü destekliyoruz ve bu konuda da herkesten samimiyiz gerçekten, herkesten samimiyiz. Tüm açıklamalarımızda, tüm deklarasyonlarda bunu biz teklif ediyoruz. Suriye’nin sınır bütünlüğü, toprak bütünlüğü. Dolayısıyla YPG-PKK buna tehdit ise, bizim için de bir tehdit. Pekala bu konuda görüşmeler olabilir, bilgi paylaşımı, istihbarat paylaşımı, strateji konusunda. Aynı şekilde İdlib’de kimin ihlalleri var? Rejimin. Dolayısıyla bu ihlallerin durdurulması konusunda da gerekli mesajlar da verilebilir. Dolayısıyla istihbarat düzeyinde bu görüşmeler de, zaten Cumhurbaşkanımızın da daha önce söylediği gibi gayet normal, hatta faydalı da olabilir. Adana Mutabakatının da gereği bu zaten. O tür konuları tabii Hakan Beye sorsanız daha iyi olur, ben Dışişleri Bakanıyım, yani ancak işte biraz önce dediniz ya, Dışişleri’ni ilgilendiren kısmı var mı? O kısmıyla ilgili ben gerekenleri söyledim.

 

MUHALEFETİN  ESAD’LA GÖRÜŞÜLMESİNE YÖNELİK ÖNERİSİ:

 

Geçmişte öyle olsaydı-böyle olsaydı, herkes farklı şey söyleyebilir, ama gerçekçi olmamız lazım. Şu anda bu kadar olaydan sonra bu kolay değil. Ayrıca, biz Türkiye olarak kimin garantörüyüz? Muhalefetin. Zaten Astana’da teknik düzeyde aynı masa etrafında birleşmeler oluyor. Şimdi muhalefetin garantörü olarak da biz esas bir aktörüz diğer çabalarımızla beraber, onu pekiştiren, yani önemli bir aktör olmamızı pekiştiren de muhalefetin de garantörü olmamız. Onlar adına Anayasa Komisyonuna üyelerinin verilmesi vesaire her platformda. Sonuçta şimdi gerçekçi mi şu anda, yani şu anda bir çözüm olmadan, siyasi çözüme gitmeden böyle temasların olması gerçekçi değil. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın Esad’la ilgili görüşü, tutumu ilkesel. Bu kadar insanı öldüren bir insanla ben görüşmem diyor, bana göre de haklı. Ama istihbarat düzeyinde, diğer konularda olur. Ama en sonunda bu siyasi süreç konusunda Suriye’de bir birlik beraberlik sağlanır, o zaman tablolar değişir, o zaman her şey yeniden gözden geçirilir. Bu Esat’la çalışma ya da Esat’la görüşme konusunda bir açık çek değil. Bunları gayet açık, net bir şekilde söylüyoruz. Cumhurbaşkanımızın bu konudaki tutumuna hem saygı duyuyoruz, hem de acizane doğru diyoruz. 1 milyona yakın insanı öldüren bir kişiyi meşrulaştırmak da doğru değil esasen. Ama diğer taraftan Esat böyle diye ya da onunla ilişkilerimiz bu düzeyde diye biraz önce anlatmaya çalıştığım yaptıklarımızı da ihmal etmemiz mümkün değil, çünkü amacımız ne? Suriye’ye kalıcı bir barış ve istikrarı getirmek, çünkü bundan en çok etkilenen biziz ve oradaki insanların durumuna da en çok üzülen yine biziz.

 

MUHALEFETTEN SURİYE’YE DÖNÜŞLERİN İSTİSMARI:

 

Zeytin Dalı ve yine Fırat Kalkanı Harekat bölgelerimize, DEAŞ ve YPG’den temizlediğimiz bölgelere 372 binden fazla insan döndü. Neden? Burayı güvenli buluyor. Orada tüm imkanlar iyi mi? Hayır, iyileştirilmesi için çalışıyoruz. Ama güvenli bulduğu için ve de kendi evini özlediği için insanlar kendi topraklarına dönüyor. Aynı şekilde Hulusi Paşamızın bahsettiği gibi, oraları terk etmek zorunda kalıp da Suriye’nin değişik bölgelerinde yaşayan 150 binden fazla insan bizim askerimiz ve Suriye Milli Ordusu girdikten sonra, buralar PKK’dan temizlendikten sonra geri dönmeye başladı, bunların içinde Kürt de var. Ama sadece içerdeki yerinden edilmiş insanların dönmesi değil amacımız. Gönüllü bir şekilde, güvenli bir şekilde ve onurlu bir şekilde Türkiye’de yaşayan, hatta diğer bölgelerde, komşu ülkelerde yaşayan Suriyeli göçmenlerin kendi evlerine dönmesi için de üzerimize düşeni yapıyoruz.

 

Cumhurbaşkanımızın krizin başladığı günlerde bile teklif ettiği güvenli bölgenin de esasen amacı buydu. Şimdi İdlib bölgesinde, sınırımızın öbür tarafında birçok yerinden edilmiş insana da her türlü imkanı sağlıyoruz. Ama burada güvenli bölge oluştukça bu insanlar dönecek. Hep şunu söylüyorum, Batılılara da söylüyoruz: Bizde 350 bin Suriyeli Kürt var, 200 binden fazla da Kuzey Irak’ta Suriyeli Kürt var. Buraları YPG kontrol ediyordu, neden bu Kürtler dönemedi? Çünkü YPG bunları sürgüne gönderdi. 15 civarında siyasi partiyi kapattılar, birçok Kürt lideri öldürdüler, hapse attılar. Bu PKK…

 

Batılılara 100 defa söyledim, HDP’lilere söylediğimiz gibi; hep YPG-PKK diyorsunuz, niye diğer Suriyeli Kürtlere gidip de neden buradasınız, neden terk etmek zorunda kaldınız ya da kaç yıldır buraları yine Kürtlerin temsilcisi dediğiniz YPG kontrol ediyor, niye dönmediniz diye bir sorun diyorum; yok. Gidin Türkiye’dekine sorun; yok. Kuzey Irak’takilere sorun; yok. Hadi onları bırakın, Almanya’da yaşayan yine PKK’dan kaçmak zorunda, YPG’den kaçmak zorunda kalan Almanya’daki Suriyeli Kürtlere sorun, hemen dibinizde. Hadi diğer Kürtler umurunuzda değil, ama siz yani böyle din milliyetçiliği de yapıyorsunuz, habire Hristiyanlara bir şey olmasın. Aramiler var, Süryaniler var, bas-bas bağırıyorlar Ezidiler çığlık atıyorlar önce DAEŞ’ti, şimdi YPG çocuklarımıza zorla eline silah verip bünyesine katıyorlar, okullarımızı kapatıyorlar. İşte Johny Messo diye Dünya Aramiler Kongresinin Başkanı Hollanda’da yaşıyor, raporlarla herkese gösteriyor. İnanın dinlemek bile istemiyorlar, neden? Bu YPG ve PKK’yı biraz önce söylediğim gibi bir terör devleti kurmak için tek unsur görüyorlar ve bugüne kadar da yaptıkları işbirliği sebebiyle başka hiç kimse bunların umurunda değil. Batılılar derken Amerika da bunun içinde, Avrupalılar da bunun içinde.

 

Rusya ta başından beri YPG’lilerin de siyasi sürece dahil edilmesini savunuyordu. Onların tamamen Amerika’nın kontrolüne geçmesine rağmen. Amerika buralardan çekildikten sonra, bu da resmi yollardan bize gelmedi, ama değişik platformlarda Rusya’da bunu dillendirenler oldu. Hatta bunu ilk gündeme getirdikleri zaman, John Kerry de bunu söylüyordu, Amerikalılar da bunu söylüyordu; Riyad Hicab eski Başbakan ve müzakere heyetinin başkanıydı, toplantılarda vardı, tüm toplantılarda. Elinde dosyalarla; Esat Cumhurbaşkanı, ben Başbakanım, daha önce Başbakandı ve biz Salim Müslim’i Kandil dağından çağırdık, benim önümde, işte belgeler de var, yazılı talimatlar, Esat ve bizim yönetimimiz Türkiye’ye yönelik terör saldırılarını başlatma talimatı verildi ve her türlü desteği de verdiler. Dolayısıyla bu teröristlerle biz aynı yerde olamayız dediler muhalefet ve şu anda da aynı çizgideler. Sonuçta Rusya’nın böyle girişimleri oldu, ama Rusya en azından koalisyon içindeki ülkeler gibi ve özellikle Amerika gibi bu YPG-PKK’ya silah desteği ya da başka destekler vermedi. Şimdi onlar PKK’ya da terörist demiyor, öyle bir terör listemiz yok diyorlar. Onu der-onu demez ayrı bir şey, ama Amerika ve Fransa’nın yaptığını Rusya yapmamıştır, silah vermemiştir, eğitmemiştir. Görüşmüştür, görüşüyordur, yine görüşüyorlar oralardan çekilmeleri için.

 

KASIM SÜLEYMANİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ VE SİVİL UÇAĞIN KAZAEN DÜŞÜRÜLDÜĞÜNÜN AÇIKLANMASI:

 

Biz Amerikalılara Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra hem Irak’ta, hem de İran’da herkesi birleştirdiklerini de söylemiştik.

 

Fakat tabii herkes bir konuda birleşiyor, bu bir kazayla, yanlışlıkla oldu, Amerikalılar da bunun hakkını teslim ediyor. Fakat, tabii ilk başlarda Ukrayna uçağı konusunda İranlılardan farklı açıklamalar geldi, daha sonra ise gerçek açıklandı. Bilerek-bilmeyerek, siyasetçiler onu bilmiyor, belki de teknik, yani bu işin başındaki insanlar yanlış bilgi vermiştir. Burada İran rejimine haksızsın ya da haklısın demek durumunda değiliz, ama ortada da bir gerçek var; ilk söyledikleriyle sonradan söyledikleri tamamen farklı şeyler. Tabii 170’den fazla insan öldü. Dışişleri Bakanlarını aradık, hemen zaten o sabah Ukrayna Dışişleri Bakanını aradım, Kanada Dışişleri Bakanını aradım, Cevad Zarif’i de aradık, insani görevimizi yaptık. Bu gerçek ortaya çıktıktan sonra İran halkı gerçekten çok ciddi tepki gösterdi. Bu tepki ne zaman yatışır, ne olur tabii o konuda bir şey söylemek zor. Ama biz her halükarda Irak’ta da, İran’da da istikrara önem veriyoruz. Burada bir kaosa dönüşmesini arzu etmeyiz, inşallah bunu gerekli adımları atarak halkı da sakinleştirirler. Irak’ta da yine çok ciddi bir tepkinin olduğunu görüyoruz. Amerika ile İran kendi arasında işi hallettiler; karşılıklı işte adımlar, atışlar, füzeler vesaire açıklamalar. Ama Irak’ta tansiyon halen yüksek, çünkü onların da insanları öldü. Iraklıların en büyük tepkisi ise, bu ülkeler arasında bir rekabet alanı, bir çatışma alanına dönülmesinden. Sadece Amerika ile İran değil İran ile bazı Körfez ülkeleri, Arap ülkeleri arasında da aynı bir rekabet alanına…Irak üzerinden, bundan çok rahatsızlar. Biz hiç kimsenin gitmediği bir ortamda Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Bağdat’a giderek biz orada desteğimizi açıkladık ve bu konulardaki mesajlarımızı verdik. Cumhurbaşkanımız da burada yine sükunetten ve sağduyudan da her zaman bahsettiği gibi telefonda da Sayın Trump’a da yine aynı şekilde vurguladı. Bizim arzumuz, bu tansiyonun bir an önce düşmesi.

 

IRAK’TAKİ ATMOSFER:

 

Üçüncü bir dünya savaşı endişesi ya da emaresi yoktu. Ama şu vardı: Bir, o rekabet alanına dönüşmekten rahatsızlar. İkincisi; tabii Amerika’nın yine Haşdi Şabi liderini öldürmesinden sonra Irak halkının çok ciddi bir kızgınlığı vardı ve buradan işte Amerikan askerlerinin çekilmesi. Burada koalisyon var, koalisyonun amacı da, yine burada DAEŞ’e karşı terörle mücadelede Irak’a destek vermek. Yine Irak’ın kapasitesinin güçlendirilmesi amacıyla da NATO biliyorsunuz bir misyon gönderme kararı aldı, içinde biz de varız, Amerikalılar da var. Şimdi bu misyonlar Amerikalılar çıkarsa kalabilecek mi, yani burada bir dilemma var. Ayrıca, ilk Meclis’ten çıkan kararda sadece Şiiler oy kullandı, çünkü orada metin de değişmiş. Burada şimdi eğer bir karar alınacaksa öyle veya böyle tüm Irak halkı, burada Şiiler var, Sünniler var, Araplar var, Türkmenler var, Kürtler var, diğer küçük azınlıklar da var, ama ana unsurlardan bahsediyorum. Aksi takdirde bu anlamda da bir bölünme olursa, zaten şu anda hükümet işte istifa etti, gösteriler devam ediyor, bir de bu içeride bölünmeye yol açarsa o zaman Irak’ta gerçek bir kaos olabilir. Yani üçüncü dünya savaşı veya diğeri olmaz, ama gerçekten burada çok riskli durumlar var. Biz dostane kaygılarımızı ve mesajlarımızı da, desteğimizi de kendilerine, Cumhurbaşkanına, Başbakana, Dışişleri Bakanına ilettik ve her zaman yanlarında olduğumuzu da söyledik.

 

 

 

MUHALEFETİN TÜM KOMŞULARIMIZLA KAVGALIYIZ SÖYLEMLERİ:

 

Hangi komşuyla kavgalıyız mesela? Hangisiyle, örnek verin. Mısır’la bir durumumuz var. Suriye de yönetilemeyen bir ülke şu anda. Hiçbir şekilde yalnız değiliz. Hiç değerli yalnızlık falan da değil, yalnız da değiliz, değerli-meğerli yalnızlık da vesaire diğer konulara da takılmaya gerek yok.

 

Suriye konusunda hep bu akşam da anlatmaya çalıştığım önemli aktörüz. Nerede yalnızız? Astana’da biz aktör müyüz? Astana sayesinde Cenevre süreci canlı mı? Yalnız değiliz. Peki Suriye konusunda Türkiye, Rusya, Almanya, Fransa dörtlü zirve oldu mu? İkincisi de olacak şimdi. İngiltere de dahil olsun mu-olmasın mı, farklı görüşler var. Keza yine Londra’da Türkiye-Almanya-Fransa-İngiltere dörtlü toplantısı oldu mu? Oldu. Biz Fikirdaş Ülkelerin içinde var mıyız? Varız. DAEŞ’le koalisyonun içinde en önemli ülke miyiz? Ve yabancı terörist savaşçılar konusunda aynı şekilde eşbaşkanız. Kafkaslara bakın, nerede yalnızız? Balkanlar’da yalnız mıyız? Her şey Avrupa Birliği üyesi değil, ama şu anda AB üyesi olmasak bile AB içindeki ülkelerle ikili düzeyde, çok düzeyli çalışmaları kimle yapıyoruz? Libya konusunda Conte’nin gelmesi, Dışişleri Bakanının gelmesi, her iki günde bir Dışişleri Bakanıyla telefonda görüşmemiz, Borrell’e aynı şekilde, Avrupa Birliğiyle keza aynı şekilde. BM’nin en güvendiği bu anlamda ve her zaman Suriye konusunda da, Libya konusunda da en çok birlikte çalıştığı ülkelerin başında biz geliyoruz. Açılımlarımız tüm dünyada başarılı. Yeniden Asya’yla birlikte yine Asya’daki konumumuzu güçlendiriyoruz. Uluslararası örgütler içinde en aktif ülkelerden bir tanesiyiz. Arabuluculukta Finlandiya’yla beraber dünyada marka olmuşuz. Girişimci ve insani dış politikamızla her yerde gönülleri fetih etmişiz. Ta şeyde Kolombiya Büyükelçisi geldi oradaki barış sürecine katkı sağlıyoruz. Filipinler’deki barış sürecinin komisyonun başında halen bir Türk büyükelçisi var. Neticede ta bizden uzak coğrafyalarda bile sözü geçen, sözü dinlenen, girişimde bulunan, yakın coğrafyamızı söylemiyoruz. Yani iktidarı eleştirmek için Türkiye’ye haksızlık etmeyelim. Doğru anlaşamadığımız ülkeler olabilir, uluslararası ilişkilerde ilk derste öğrendiğimiz bir şey vardır, sürekli dostta yok, sürekli düşman da olmaz. Şimdi Rusya’yla da anlaşamadığımız noktalar var öyle değil mi?

 

Amerika’yla anlaşamadığımız çok ciddi konular var, hayati derecede konular var olabilir. Rusya’yla şimdi Kırım konusunda ben anlaşamam farklı düşünüyoruz.

 

Şimdi Suudi Arabistan’la anlaşabilmek için sizce Kaşıkçı cinayetini görmezden mi gelseydik?Şimdi Suudi Arabistan’la bizim ikili bir konumuz var mı? Yok.Tek mesele Kaşıkçı meselesi, başka ne olabilir? Bir, bu kabul edilemez. İkincisi, bunu kim yaptıysa adalete teslim edelim, bizimle iş birliği yap dedik. Biz onların iş birliği teklifine yanaştık, bilgileri sağladık, onların başsavcısı geldi, bizim İstanbul Başsavcımız Sayın Fidan tüm belgeleri, bilgileri kendilerine sundular, ama onların beklentisi şuydu: Türkiye tüm belgeleri, bilgileri onlara teslim etsin, sonra da bu işi unutsun, peşini bıraksın. Efendim, Kaşıkçı’nın cesedi nerede merak etmesin. Yerel işbirlikçiden bahsettik ama kim olduğunu Türkiye yine merak etmesin, öğrenmesin kapatsın, tıpkı Batılı ülkelerin onların girişimi sonucunda unuttuğu gibi. Biz de diyoruz ki, bu bizim topraklarımızda oldu, bir can gazeteci tamam olması önemli, ama daha da önemlisi bir can. Kardeşim, bizimle şeffaf bir şekilde iş birliği yap. Yani sen bunu yaptın o yüzden seninle ilişkilerimizi kesiyoruz da demedik. Biz şeffaf iş birliği yapalım dedikten sonra bunu Suudi Arabistan ikili düzeye çekti, oysa bu ikili bir mesele değil ki. Dolayısıyla, şimdi Suudi Arabistan böyle bir alınganlığa ya da böyle bir politika izlediyse bu suç benim mi? Birde ben her şeye rağmen herkesle illa her konuda iyi geçineceğim diye bir şey olmaz ki, böyle bir kompleksin içine girmememiz lazım bizim.

 

İlişkilerimizde hiçbir sorun yoktu. Her ülkeyle farklı düşündüğünüz konular olabilir, ama bu anlamda ciddi bir sorun yoktu. Dışişleri Bakanı olduğum ilk dönemde Mısır sebebiyle bazı sorunlar vardı; daha sonra Cumhurbaşkanımızın girişimleri sonucunda ve Kral Salman’ın göreve gelmesinden sonra ilişkiler her düzeyde iyi bir noktaya geldi. Ekonomi alanında sık sık karşılıklı ziyaretler, zirvelere katılım oldu; her şey yolundaydı.

 

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ’YLE İLİŞKİLERİMİZ

 

Esasen bizim onlarla ilişkilerimizin kötü olmasına yol açacak bir durum yok. Ancak bunlar “bizim Katar’la aramız bozuldu, siz de bizim tarafımızı tutun” yaklaşımı içindeler. Gerçekten bazı ülkelerin, özellikle İslam dünyası içinde diğer küçük ülkelere başka bir ülkeyle sorun yaşadığı zaman taraf tutacaksın diye baskı yapmaları utanılacak bir şey. Somali “Küçük bir ülkeyim, sorunlarım da var, ama ben taraf tutmam” dedi, ama bazı ülkeler tutmak zorunda kaldı. Diyelim ki bugün Yunanistan’la iyi komşuluk çabaları çerçevesinde bir adım attık, onlara “benim Mısır’la ya da bir başka üçüncü ülkeyle aram kötü, sen de kötü olacaksın” diyemem ki… Yani iki arkadaş kavga ediyor, gidiyorlar diğer arkadaşlarına “ya benimlesin, ya onunla” diyorlar, sonra o iki arkadaş barışıyor, diğerleri ortada kalıyor. Her şeyden önce bu ayıp bir şey, olgun bir tavır değil. Sorun şahsi de olsa  ülkelerle de olsa…

 

WIKIPEDIA’NIN ERİŞİME AÇILMASI VE AB İLE İLİŞKİLERİMİZ

 

Yeni çıkan kanuna göre, herhangi bir olumsuz unsur olduğu zaman, o unsurun engellenmesi mümkün.

 

Artık reform süreci yeniden başlıyor, Türkiye normalleşiyor, Reform Eylem Grubu çalışmaya başladı. 9 Mayıs’taki toplantıya Cumhurbaşkanımız Başkanlık etti. Vize serbestisinin şartları yerine getiriliyor. Yargıyla ilgili serzenişleri gidermek için Yargı Reformu Stratejisi önceliğimiz.  Adalet Bakanlığımız şimdi İnsan Hakları Eylem Planı üzerinde çalışıyor. Biz de referans belgeler dahil olmak üzere  destek veriyoruz. Reform Eylem Grubuyla beraber bu olumlu adımları inşallah atmaya devam edeceğiz. Güvenlik 3 sene önce bizim için hayati derecede önemli olan bir konuydu; şimdi ise, Türkiye’nin normalleşmesiyle beraber reformcu kimliğimizle devam ediyoruz, etmemiz de lazım.

 

Bizim Avrupa Birliği ile ilişkileri yeniden canlandırma konusunda bir tereddüdümüz yok. Biz Avrupa Birliği’ne şunu söylüyoruz: Fasıllar açılamıyor, bunun sebebi ben değilim. Fasılların açılabilmesi için Avrupa Birliği’nin bize açılış kriterlerini vermesi lazım. Açılış kriterlerini Türkiye olarak yerine getiremezsem fasıl açılmaz. Bu iş bu kadar basit. Müzakereye başlanır, kapanış kriterini de yerine getiremezsem, yükümlülüklerimi tamamlamazsam, reformları yapamazsam, adımları atamazsam fasıl kapanmaz. Peki, Avrupa Birliği’nin yaptığı bu mu? Hayır. Türkiye’yi bir kenara bırakın. Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üye olabilmek için Makedonya ismini değiştirdi. Bir ülke için, bir millet için en zor şey, ismini değiştirmektir. Düşünün size bir teklif geliyor: Üye yaparım, ama isminizi değiştirin. Siz kabul eder misiniz bunu? Tarih bile vermiyorlar.

 

Karadağ müzakerelere başladı, müzakerenin ortasında Fransa yeni kriterler getirmek istedi, bu süreci de yavaşlattılar. Bu, sizin elinizde değil ki. Biz bu ülkede Cumhurbaşkanımızın liderliğinde sessiz devrimler yaptık, herkes sessiz devrim olduğunu teslim etti. Reformların en hızlı şekilde devam ettiği günlerde bile, Sayın Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde Kıbrıs sebebiyle bazı fasılların açılmasını engellediler. Aynı şekilde Sayın Babacan da Dışişleri Bakanlığı yaptı, ben de AB Bakanlığı yaptım. Reformları en iyi yaptığımız dönemde bile önümüze hep siyasi engeller getirdiler, yani burada her şey size bağlı değil. Avrupa Birliği’nin üyelik konusunda ya da genişleme konusunda aldığı kararları görmüyor muyuz? Türkiye ile Balkanları ayrı tutma çalışmasını görmüyor muyuz?  Bir kişi gelecek, hemen düğmeye basacak, “ben Avrupa Birliği’yle her şeyi yeniden rayına koyacağım” diyecek, Avrupalılar da “Biz de bunu bekliyorduk, hadi buyurun” diyecek! Bu kadar naif olmamak gerekiyor. Biz Avrupa Birliği’ne tam üyeliği istiyoruz. Darbe girişimi, Gezi olaylarından bu yana yaşanan olaylar, bunların tabii ki birçok açıdan sürece etkisi olmuştur. Ancak şu anda geldiğimiz noktada, kendimizi suçlarsak ya da ilişkiler Türkiye sebebiyle ilerlemedi dersek, ülkemize çok büyük haksızlık etmiş ve Avrupa Birliği konusunda da gerçeğin dışında bir bakış açısına sahip olmuş oluruz.

 

Bakın, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi Avrupa Birliği’nin daha çok işine yarıyor, yani üye ülkelerin daha çok işine yarıyor. Avrupa Birliği’nin daha çok işine yarayacak bir konuda bile siyasi gerekçelerle adım atmıyorlar. Bunun da sorumlusu biz miyiz?

 

 

S-400 ALIMI

 

S-400 konusu son günlerde hiç gündeme gelmiyordu. Bu konuda aynı noktadayız; bunu iptal edemeyiz, ama çıkış yolu nedir? Bu konuda iddialarınız var, eğer ortak komisyona hazırsanız, NATO’nun da içinde olacağı bu ortak komisyon bu konuda gerekli çalışmaları yapsın dedik. Biz ilkelerimizden vazgeçmeden, egemenlik haklarımıza karışmalarına müsaade etmeden bu konularda yapıcı yaklaşım sergiliyoruz. Ancak ABD’nin “bunu geri gönder ya da plajda iş makineleriyle parçala gibi ya da kutusunda tut gibi” tavrı doğru değil. Bizim hava savunma sistemine ihtiyacımız var, daha fazlasına da ihtiyacımız var. ABD bize Patriot verirse Patriot’ları da satın alırız. S-400’ün kalitesi daha iyi olduğu halde, Patriot’ları müttefiklerimizden almak her zaman bizim önceliğimizdir. Ama biz bu S-400’leri aldık ve bunlara ihtiyacımız var. Şu anda sadece İspanyolların bir Patriot bataryası Adana’da kaldı, diğerleri çekti bile. İtalyanlar da şimdi santrali çekiyor; dolayısıyla mevcut noktadayız. Amerika bu konuda geleceğe yönelik yapıcı yaklaşırsa, biz de gerekli adımları atarız. Trump yönetiminde bu konuda sıkıntı yok, ama sıkıntı Kongrede.

 

FETÖ’YLE MÜCADELE

 

Bakanlığımdan kariyer memurları dahil 600’den fazla kişi ihraç edildi. Kariyer memurlarının (meslek memuru diplomatlardan bahsediyoruz: konsolosluk ihtisas memuru ve meslek memuru. Bakanlıkta ayrıca uzmanlarımız var, mütercim tercümanlarımız, çok sayıda bilgisayar işletmeni var) yaklaşık yüzde 22’si ihraç edildi. Son dönemde de yine ankesörlü telefon ve ByLock kullanımından dolayı bazı kişiler tespit edildi. Bunlar, Dışişleri Bakanlığına odaklanmışlar. FETÖ için diğer kurumlar gibi, Dışişleri Bakanlığı da hassas bir kurum. Tüm dünyadaki varlıklarını güçlendirmek için de Dışişleri Bakanlığını hedef almışlar.

 

FETÖ 176 civarında ülkede etkin, tüm dünyaya yayılmışlar. Ama birçok ülkede bunların okulları devrediliyor, kapatılıyor. Mesela 38 ülkede okulların faaliyetleri sonlandırıldı. Bazı ülkeler bu tehdidi ve eğitim yoluyla FETÖ’nün kendi kurumlarına nasıl sızdıklarınıçok iyi gördüler. Bazı ülkeler için ise geç oldu. Bugün yine bir yabancı Büyükelçiye FETÖ tarafından ülkesinde yapılanları anlattım; yarın çok geç olacağını söyledim. Geç kalınmış ülkelerin de isimlerini verdim, burada onları rahatsız etmemek için söylemek istemem.

 

20 ülkede bu okullar Maarif Vakfı’na devredildi. Maarif Vakfı da ilave 22 ülkede okullar açıyor, üniversiteden tutun da anaokuluna kadar 200’den fazla okul açtılar. Türkiye Maarif Vakfı, kanunla Milli Eğitim Bakanlığımıza bağlı bulunuyor. Yani Türkiye devralıyor ve diğer ülkeler de son derece de memnunlar. Maarif Vakfı’ndan her yerde yeni okullar açılmasını istiyorlar. Bazı yerlerde de bu okulları bulundukları ülkelerin devletleri devraldı; kendi Milli Eğitim Bakanlıkları işletiyor.

 

FETÖ’yle mücadelede yabancı ülkelerden talepte bulunuyoruz, ısrar ediyoruz. Bize darbe yapmaya çalışan bir terör örgütünün kendi ülkelerinde bu faaliyetleri göstermesinden duyduğumuz rahatsızlığı da söylüyoruz. FETÖ faaliyetlerinin kendileri için nasıl bir tehdit olduğunu ve olabileceğini de anlatıyoruz. Anlattıklarımız çok da etkili oluyor. Balkanlar dahil bazı ülkelerde ise, FETÖ yerel şirketlere devrediyor. Bu da aslında FETÖ’nün bir taktiği, arka planda kendileri yönetmeye çalışıyorlar. Gürcistan’da da bu yöntemi uyguladılar. Bazı ülkeler de de FETÖ’nün önemli unsurlarına artık vize vermiyor. En son Japonya’da da oldu ve ülkeye girerken izin verilmedi.

 

Esasen birçok ülke bizden daha fazla bilgi istiyor, istihbaratlarımız, İçişleri Bakanlıklarımız, Emniyet kurumlarımız işbirliği yapıyor. Biliyorsunuz, birçok yerde artık hem jandarma hem polis teşkilatımızdan görevlendirilen emniyet müşavirlerimiz de var ve bu şekilde iyi bir işbirliği yapıyoruz. Bazen MASAK aracılığıyla işbirliği yapıyoruz, bilgileri veriyoruz. Samimi çaba sarf eden ülkeler de var, ama bazen bu adımları atarken Batılı ülkelerden baskı gördüğünü söyleyen ülkeler de var. Biz de “Bu ülke size niye baskı yapıyor? Çünkü bu ülkelerin gizli servisleri FETÖ yapılanmasını burada kendileri kullanıyor” diyoruz. Bazen tam şahıs iade edilecekken devreye giriyorlar. Bazı ülkeler de tam bize iade edecekken başka ülkeler bunlara vatandaşlık veriyor ve “bizim vatandaşımızı iade etme” diyorlar. Farklı ülkelerde, bildiğimiz ülkelerin istihbaratları bunları kullanıyorlar. Dolayısıyla, tüm bunlara rağmen elde ettiğimiz neticeler fena değil. Yeterli mi? Hayır, yeterli değil.

 

38 ülkede FETÖ okullarının faaliyetleri tamamen sonlandırıldı, 20 ülkede Maarif Vakfına devredildi.  Ancak her ülkede bunların okulu yok; bazı ülkelerde işadamları derneği vb. adı altında dernekleri, bazı ülkelerde dil kursları var.  Bazı ülkelerde de bunların Türk ismini kullanmaları engellendi. Biz bunların Türkiye’yi temsil etmediğini söylüyoruz. “Bizimle işbirliği yapacaksanız, ticaret vb. yapacaksanız, bunları dışlamanız, mevcudiyetlerine son vermeniz lazım” diyoruz. Yine 100’den fazla FETÖ mensubunu da değişik ülkelerden ülkemize getirdik; adalete teslim ettik. İstihbaratımız, emniyetimiz ve biz de Dışişleri Bakanlığı olarak gerekli çalışmayı yapıyoruz. Bu işin peşini bırakmayacağız. Milletimize de sözümüz var, çünkü biz bu işin peşini bırakırsak sadece içerideki yapılanma değil, dışarıda da her yerde bizim aleyhimize çalışıyorlar ve çalışacaklar. Amerika’da bizim aleyhimize olan lobilerle beraber hareket ederek, PKK dahil, işbirliği yaparak Türkiye’nin aleyhine kararlar çıkartmaya çalışıyorlar, karalama çalışmaları yapıyorlar. Diğer ülkelerde de aynı. Biz bu çalışmalarımıza devam edeceğiz.

 

FETÖ elebaşlarına baktığımız zaman, en çok Amerika ve Almanya’da bulunuyorlar. Hatta daha önce de bir örnek vermiştim: İsviçre bir PKK’lıyı, bir FETÖ’cüyü mahkeme kararıyla sınırdışı etti, ikisi de Almanya’ya gitti. O zaman Sigmar Gabriel Dışişleri Bakanıydı, kendisine de söyledim.

 

Bu konuda (Almanya ile) her zaman temasta oluyoruz, bunları açık açık söylüyoruz, söylememiz de lazım. Gerçekleri söylediğimiz zaman eskiden daha çok rahatsız oluyorlardı, ama şimdi en azından daha iyi anlamaya çalışıyorlar.

 

AB İLE VİZE SERBESTİSİ VE GÖÇ İŞBİRLİĞİ

 

16 Aralık 2013’te Avrupa Birliği’yle iki belge imzaladık: Geri kabul anlaşması ve vize serbestisi anlaşması. Ve bir gün sonra, FETÖ’nün 17-25 Aralık’ta yargı ve polis yoluyla yaptığı ilk darbe girişimi oldu. Oradan tarihi çok iyi hatırlıyorum, o zaman Genel Başkan Yardımcısıydım. Önce bu anlaşmaya göre geri kabul anlaşması yürürlüğe girecekti, daha sonra vize serbestisi. Tabii kriterler de var, o kriterlerden şimdi 6 tane kaldı. Sayın Cumhurbaşkanımız da bir an önce bu kriterler yerine getirilsin diye tüm kurumlara yazılı talimatı gönderdi. Adalet Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın çalışmaları var. REG toplantısında da bunları zaten gözden geçiriyoruz, AB’yle de müzakereleri yürütüyoruz.

 

Baktık ki AB’nin bazı konularda direnci var, vize serbestisi hayata geçmeden geri kabul anlaşmasını da uygulamayacağımızı yazılı bir şekilde AB’ye bildirdik. Eğer bu bildirimde bulunmasaydık yaklaşık iki sene önce bu anlaşma yürürlüğe girecekti. Ve biz bunu bildirdik, vize serbestisi ve geri kabul anlaşmaları eş zamanlı yürürlüğe girecek dedik. Bunu da ne zaman söyledik? 18 Mart 2016’da göçle ilgili ortak bildiride. İşte o bildirinin içinde çok önemli unsurlar var. İşte bazı arkadaşlar diyor ya, ben geldiğim zaman hemen Avrupa Birliğine üyelik sürecini hızlandıracağım diye. Bakın burada bu anlaşmanın içinde yeni fasılların açılması var, Gümrük Birliğinin güncellenmesi var, vize serbestisi var, terörle mücadele var, gönüllü yerleşim var yani Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili önemli unsurlar da var fakat buna rağmen Avrupa Birliği yerine getirmemiş. Ve bunun içinde 3+3 6 milyar euro verilmesi var. Şimdi 3 milyardan aşağı yukarı 2.2 milyar dolar bugüne kadar kullanıldı. Hani projelendirilmiş, gönderilmiş kısmı da var yani 3 milyara doğru yaklaşıldı. Ama esas itibariyle 2018 yılı sonu itibariyle 3+3 bitmiş olacaktı. 2019 bile bitti daha ilk 3 milyar bile tamamen ödenmedi.

 

Sözlerini tutamadılar. Bürokrasi, yavaşlık, yani günlük bu Suriyeli göçmenlerin harcamalarına anlaşmada olmasına rağmen paranın verilmesi konusunda sanki Türkiye’nin bütçesine veriyorlarmış gibi böyle tavır sergiliyorlar. Oysa zor durumda yaşayan bu insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak ya da yaşam standardını yükseltmek için bu paralar harcanıyor, özellikle eğitim için harcanıyor. Şu ana kadar tüm çabalarımıza rağmen ancak yaklaşık 3’te 2’sini okula gönderebildik Suriyeli çocukların 1 milyondan işte 600-700 bin civarında. Şimdi bu çocuklar, bu nesilleri de kaybetmemek lazım. O yüzden Avrupa Birliğinin gereksiz bürokrasi, yavaşlık bunları biraz hızlanmaya başladılar, ama henüz daha istediğimiz hızda değiller, bu konuları da yine Michel dahil, tüm yetkililerle gerek Cumhurbaşkanımız, gerek bizler görüşmeye devam ediyoruz.

 

ABD İLE ÇİN ARASINDA TİCARET ANLAŞMASI:

 

Biz ticaret savaşlarını yanlış buluyoruz. Tek taraflı ticaretle ilgili diğer konularda atılan adımları da doğru bulmuyoruz, etkin çok taraflılığa inanıyoruz ve buna katkı sağlıyoruz. Bu anlamda Çin ve Amerika arasındaki bu kavganın dünya ekonomisine olumsuz etkisinin olacağını da hep söyleyegelmişizdir. Sadece bu ülkelerle ticaretimiz bakımından bu konuya bakmıyoruz o açıdan değerlendirmiyoruz sadece. Esasen bunun ilk müjdesini Trump’tan Cumhurbaşkanımız aldı telefon görüşmesinde başlarken de sonra bitirirken de şimdi. Bu akşam telefon görüşmesinde de.Şimdi aşağıda beni bekliyorlar işte bu anlaşmayı biz görüşüyoruz imzalayacağız diye.

 

İki lider arasındaki telefon görüşmesinin tüm detaylarını anlatmak doğru olmaz, ama sonuçta bu haberi ilk önce Trump Cumhurbaşkanımızla telefon da paylaşmıştı. Yine telefonu kapatırken de şimdi aşağıya iniyorum demişti. Cumhurbaşkanımız da hatta esprili bir şekilde işte Amerikan ekonomisinin büyümesinden Trump her zaman bahsediyor her konuşmada her platformda yani bu anlaşmayla beraber yeni bir ivme yakalanır umarım falan diye de temennisini de iletti iyi dileklerini sundu. Fakat biz Trump’tan Cumhurbaşkanımız bu bilgiyi öğrenmişti. Hayırlı olsun, sevindik, mutlu olduk.

 

ABD BAŞKANI TRUMP VE SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ARASINDAKİ UYUM:

 

Uyum var.Hatta Trump,Kongre üyeleri dahil Türkiye’ye zarar vermek isteyenlere “Türkiye’yle ve Erdoğan’la benim aramı bozmayın yani benim düzenli görüştüğüm liderlerden birisi, Türkiye önemli bir ülke, NATO’nun en önemli üyelerinden birisidir” diyor. Esasen en başından beri Türkiye’ye olan bu sevgisini ve Cumhurbaşkanımıza olan yine sevgi ve saygısını gördük, daha görevi devralmadan seçimden sonra Sayın Cumhurbaşkanımız tebrik için telefon açtığında da bunu hissettik. Tüm görüşmelerde bir telefon görüşmesi hariç tüm telefon görüşmelerinde bile ikili görüşmelerde de Dışişleri Bakanı olarak orada bulunan bir kişi olarak gerçekten Trump’ın bu konuda da samimi olduğunu görüyoruz ve Türkiye’yle ilişkilerini de iyi tutmak istediğini biliyoruz, fakat Amerika içindeki zorlukları, gelişmeleri zaten biliyorsunuz. Bu anlamda…

 

PUTİN Mİ TRUMP MI?

 

Niye biz ikisinin arasında seçelim? Yeri geliyor işte uçak düşürme hadisesi oldu Rusya’yla da Putin’le de bayağı bir ilişkiler kötüleşmişti, ama ne oldu? Biz ilişkileri düzeltmek için çabalar sarf ettik Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yine ilişkiler düzeldi, şimdi eskisinden de daha iyi oldu onlar dersler alındı karşılıklı. Niye iki lider arasında tercih yapmak zorunda kalsın?

 

EN İYİ ANLAŞTIĞINIZ DIŞİŞLERİ BAKANI?

 

Şimdi bunu söylemem doğru olmaz, ama yani kardeş gibi olduğumuz çok DışişleriBakanı var. Elmar’la zaten birbirimize çok benziyoruz Azerbaycan Dışişleri Bakanıyla. Bazen gelip bana Azerbaycan’ı soruyorlar ben Türk olarak sorduklarını zannettim. Elmar’a da uçakta gelmişler Mevlüt falan işte Türkiye’de işler nasıl falan diye soran olmuş. Ama gerçekten samimi söylüyorum…

 

Şimdi bir tanesiyle o kadar iyi arkadaşlarım ve dostlarım var ki ilişkilerimizin en gergin döneminde bile o ilişkileri devam ettirdik. Mesela John Kerry’le biz telefon görüşmelerimizde çok hararetli görüşmelerimiz oldu. Ama en sonunda iki dost gibi kapatıyorduk, hatta eşim hayret ediyordu. Önce bayağı geriliyorsunuz, sonra işte kendine iyi bak dinlen biraz John falan işte arkadaşım falan diyorsun.

 

Yeri geldiği zaman insan sinirlenir, ama sürekli sinirli olmak da doğru değil, ama şirin görünmeye çalışmakta doğru değil, yani burada olması gereken nedir? Doğal olacaksınız, ilişkilerde de öyle olacaksınız. Ben mesela görevi biten tüm dışişleri bakanlarını ararım teşekkür ederim. Döneminde ilişkilerimiz çok iyi olsun, olmasın, ama dışişleri bakanı olarak çalışmışız. Doğum günlerinde hepsini ararım desem doğru olmaz. Ortodoks Noel’inde 7 Ocak’ta onları ararım, diğerlerini yine tebrik ederim.

 

Doğum günlerine önem veren o bazı ülkelerde önemlidir onları ararım, onlar beni ararlar, yani bazen sohbet için ararız, bazen birbirimizi değişik gelişmeler konusunda bilgilendirmek için ararız, yani orada yoktur mesela Astana’da yoktur, ama Astana’dan döndükten sonra mesela Mogherini’yle hep böyle birbirimizi değişik gelişmelerden sonra bilgilendirdik. Gerçekten dışişleri bakanları arasında bazen sosyal medyada ya da açıklamamızda dostum dediğin zaman vatandaşların bazıları tepki gösteriyor ya ondan dost mu olur niye herkese dostum diyorsunuz? Gerçekten ilişkilerin kötü dönemlerinde bile o zor süreci atlatmak için çok samimi gayretler sarf ettiğimiz için kendi aramızda gerçek dostluklar oluşuyor yani bunu da saklamanın gereği yok. Bazıları işte kardeşim diyor, kardeşim diyoruz, işte sister diyoruz brother oluyor. Geçen gün mesela Gana Dışişleri Bakanı geldi basın toplantısına çıktı bu ilk görüşmemizin hemen arkasından rahatlıkla diyebilirim ki artık kardeşim, kardeşim diyebilirim.

 

KADIN PERSONELLE ÇALIŞMA:

 

Şimdi iki tane arkadaşım burada, gece gece şimdi hanımefendileri yormayalım dedik, milletvekilleri de bu konularda hassas. Ancak bize bu konuda eleştiri getirmiyorlar. Bizim çok sayıda kadın büyükelçimiz var, başarılılar ve içeride üst düzey genel müdürlerimizin çoğunluğu şu anda kadın diyebiliriz. Bakanlıkta bizim başarı kriterimiz, hakkaniyet.Yani böyle ekipçilikmiş, oymuş-buymuş, bunları tamamen bitirdim ben Bakanlıkta.

 

 

SAYIN BAKANIMIZIN HOBİLERİ:

 

Baş monşer benim tabi, yani bir Yörük’ten monşer bu kadar olur, yani biz de monşer olmuşuzdur. Biz kendi kendimize ironi de yapıyoruz, işte bazen junior monşer diyoruz genç arkadaşlara. Golfe 2010’da başladım.Obama’yı çok rahat yenebilirdim. Obama’ya 3 vuruş verme sözü de verdim ama, oynamadık. Antalya’da tam oynayacaktık Paris’teki bu terör saldırısı oldu, iptal ettik.Trump işte oynuyor. Trump’ın daha önce sıfıra yakın, profesyonele yakın…Trump’ın iyi olduğunu daha önce oğlu da söylemişti göreve başlamadan önce, fakat kendisi de söyledi. En son yine gittiğimizde golf oynama konusunu anlattık, zamanlamasını… Ben tabi doğuştan Fenerbahçeliyim, bunu saklayacak değilim… Doğuştan öyle olduk; benim babam her konuda demokrattır, bu konuda demokrasi işlemez dedi, bizde herkes Fenerbahçeliydi.Ama şimdi Alanyaspor’umuz var, Antalyaspor’umuz var. Tabi ki önce o takımları tutacağız, Fenerbahçe’yi diğer takımlar karşısında biz gönülden destekleyebiliriz ama, esasen Dışişleri Bakanı olunca da tüm takımları sahiplenme ve özellikle dışarıda başarılarda da gerçekten böyle gönülden çok mutlu oluyoruz…

 

FİLENİN SULTANLARINA MHP’Lİ BELEDİYE BAŞKANI TARAFINDAN YAPILAN YORUM:

 

Onu bilmiyorum. Tüm kulüpleri, oyuncuları, lise düzeyinde bile ararım bazen, mektup yazarım o genç çocuklara. Yani ben neticede Dışişleri Bakanıyım ama, onlara bir tebrik telefonu açtığımız zaman çok mutlu oyuyorlar. Mesela bu hentbolcular asker selamı verdiği için Yunanistan’da sorunlar yaşadı, aradık sahiplendik, şimdi sahipleniyoruz Spor Bakanımızla beraber. Başarı olduğu zaman arıyoruz kızlarımızı. Geçenlerde de yine kaptan Eda’yı aramıştım, Milli Takımın kaptanı ikinci oldukları zaman. Şampiyon olduğu zaman herkes arar, ama ikinci olduğu zaman da teselli için arıyoruz.

 

KANAL İSTANBUL:

 

Hiç soran olmadı bugüne kadar. Ama şunu biliyorlar ki; Türkiye mega projeleri hayata geçirdi, geriyor. Şimdi herkes İstanbul Havaalanını konuşuyor, dışişleri bakanları, oradan geçen herkes.Muazzam diyorlar.normalde bu büyüklükte bir havaalanında ayrı ayrı yerlerde 3-4 tane terminal olması lazım, raylı sistemle ya da … otobüslerle götürmeniz lazım ya da gitmeniz lazım, o da epeyce bir zaman kaybı. Burada bir uçtan bir uca yürümek bazen 10 dakika alıyor, bizimkilere biraz uzun gelebiliyor ama … Neticede tek bir terminal, bir uçtan bir uca uzak olabilir, biraz büyük olabilir, ama içeride teknoloji falan, yürüyen merdivenler, her şey var, asansörler engelliler için.

 

Sonuçta Kanal İstanbul’la ilgili kimse soru da sormadı. Niye o istiyor, o istemiyor diye böyle bir komplekse giriyoruz? Burada Türk milleti ne istiyor, ne istemiyor, ona bakmamız lazım bizim.

 

(Ruslar size, ne yapıyorsunuz, bu Montrö’yü engeller der mi dediler mi?) Hayır.Şimdi efendim, Montrö’yü açıp öyle konuşmak lazım. Tamam, burası bizim iç sularımızı bağlayan bir kanal olacak. Montrö ne diyor? Montrö boğazlardan geçişi düzenliyor ama, sonuçta Montrö Karadeniz’de hangi ülkenin hangi tonda savaş gemisinin olacağını, yani gemilerin tonajının ve de kalış süresinin sınırını belirliyor. Şimdi oradan geçmiş, buradan geçmiş önemi yok ki.Karadeniz’de gemiler ne kadar kalacak ve her ülkenin bu konudaki limiti, sınırı nedir, bunu düzenliyor. Gereksiz tartışmalara niye girelim? Montrö’yle ilgisi yok, yani gemi oradan da geçse, oradan da geçse Karadeniz’deki limit belli, kalma süresi belli, Montrö’de bunu düzenliyor. Onun dışında oradan ticari gemiler geçtiği zaman para alabiliriz biz. Tamam, Boğazdan geçtiği zaman alamıyoruz. Neden? Montrö Anlaşmasına göre alamıyoruz, ama servis bedeli ücreti alınıyor. Ama Boğazdan şu anda örneğin tankerler geçemiyor, likit gaz yüklü tankerler geçmişteki kazadan dolayı, ama buradan geçebilecek. Veya buna benzer tehlikeli durumlarda, hava durumlarında buradan olmaz oradan olur. Tabi ki zorla sen ticari gemiye, bu doğal gaz ve de diğer tehlikeli madde taşıyanlar konusunda teknik şartlar koyabilirsin ama, onun dışında illa da buradan geçecek diyemezsin yine Montrö’ye göre, ama buradan birçok gemi geçecektir, hızlı da geçecektir, aynı şekilde buradan ücret Türkiye alabilir. İşte diğer kanallardan elde edilen yıllık ücretler 1,5’tan 4,5 milyar dolara kadar, yani Panama Kanalından tutun da Süveyş Kanalına kadar, birisi 1,5 milyar, birisi 4,5 milyar dolar gelir getiriyor.

 

 

 

YABANCI MEDYADA  EN ÇOK SORULAN SORULAR:

 

Barış Pınarı Harekatıyla ilgili sorular soruluyordu, yine Suriye’yle ilgili, İdlib’le ilgili, diğer konularla ilgili. Libya’yla ilgili daha önce sorulmuştu ama, bugünlerde yabancı medyayla doğrudan mülakat ya da bu anlamda bir görüşmemiz olmadı. Ama sorular geliyor, Sözcümüz, arkadaşlarımız, basın müşavirlerimiz bu konularda imzalıyor. Bazen yazılı sorular geliyor, onları biz cevaplıyoruz gönderiyoruz. İtalya’ya gittiğimizde bir İtalyan gazete yine Libya’yla ilgili sorular sormuştu, onları cevaplıyoruz. Yani gündemde hangi konular varsa onları soruyorlar.

 

BORİS JOHNSON İLE SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ  ARASINDA OLUŞAN KİMYA:

 

Doğru, iyi bir dostlukları var, her konuyu da açık, samimi bir şekilde konuşuyorlar, sık sık yine telefonda görüşüyorlar. Bu 4’lü toplantıda da gerçekten iyi bir ev sahipliği yaptı. Yani gerek YPG-PKK gibi konularda Türkiye’nin endişelerini en iyi anlayan liderlerden birisidir diyebilirim. İkili ilişkilerimize de çok önem bir Başbakan, May de önem veriyordu. Özellikle Brexit sürecinden sonra daha da bir önem vermeye başladılar ki Avrupa Birliği dışındaki ortaklarıyla ilişkileri her alanda geliştirmek istiyorlar, bu da bizim işimize yarıyor. Ticaretimizin sürekli arttığı, hatta ticaret hacminde bizim lehimize de bir açık var, bunlar güzel. Sonuçta Boris’le de böyle bir yakın dostluğu var.

 

Kendisi bahsediyor. Biz Dışişleri Bakanıyken görüştüğümüzde de yine dedesinden aynı şekilde bahsediyor, diğer platformlarda da bahsediyor. Hatta bizim Bakanlığımızda … kuzenleri var, kuzenlerinden bahsediyor, geldiği zaman görüşüyor.

 

Biz tabii Çankırı olarak biliyoruz, dedesi işte Osmanlı zamanında Türkiye’den gitmiş. Bir gün Dışişleri Bakanı olarak geldiği zaman Ankara’ya, tam arabasına binmeden önce bazı gazeteci arkadaşlar yanaştı, sordu nerelisiniz diye. Doğrudan Kalfat dedi. Ben Kalfat’ı da bilmiyordum tabi Çankırı’da bir yer olduğunu. Ve o şekilde detayına kadar köyünü biliyor. Çok zeki bir insan, çok sıkı espriler de yapıyor.

 

TARTIŞILAN 3 BÜYÜKELÇİ ATAMASI:

 

Herkesin görüşü olabilir ama, eleştirileri haksız buluyorum. Biz herhangi bir kişiye mevki, makam vermek için büyükelçi atamıyoruz. Büyükelçi atamalarımızda, diğer atamalarımızda, başkonsolos atamalarımızda yanıldığımız da oluyor, yani içeriden, dışarıdan ayrımı yapmıyorum ama, bu anlamda yapanlar için söylüyorum, yani kariyer memurlarından da hatalar olabiliyor, gerekeni yapıyoruz. Yani vahim hata olur, eksiklik olur, olabiliyor, yani görevini tam istediğimiz gibi yapamıyor, oluyor, bunları her zaman dışarı yansıtmıyoruz ama, biraz önce söylediğim gibi objektif kriterler çerçevesinde.

 

Sayın Bağış AB Bakanlığı yaptı, parlamenter diplomaside gerçekten çok başarılı bir arkadaşımız. Şimdi FETÖ mağduru bir arkadaşımız. Dolayısıyla şimdi büyükelçiliği yapamayacak mı FETÖ mağduru olduğu için? Aynı şekilde Merve Hanım geçmişte başörtü…Amerikan vatandaşı da olur, Mecliste çiftçe vatandaş olanlar da var. Önemli olan, ben güveniyor muyum, güvenmiyor muyum, yani yönetim olarak Cumhurbaşkanımı, bizler?

 

Merve Hanım geçmişte başörtüsünden dolayı Meclisten atılan bir arkadaşımız. Dili var mı? Var. Tecrübesi var mı? Var ve orada da başarılı bir şekilde çalışıyor ve oradaki arkadaşlarımız yine çalışmalarından son derece memnun.

 

Biraz önce eşimle akşam Tanzanya’daki Büyükelçimizin Bayan Davutoğlu’nun müthiş başarılarını konuşuyordu, bir sefireden bahsediyoruz, Büyükelçiden de değil. Bu da meslekten bir arkadaşımız ve eşi. Bizim gerçekten diplomatlarımız, yani biz şakayla karışık takılıyoruz, ediliyoruz, gerçekten tüm dünyada herkesin saygı duyduğu bilgi, birikime sahip arkadaşlarımız. İçeriden olsun, dışarıdan olsun liyakate önem veriyoruz biz. Niye bu insanları yıpratmaya çalışıyor? Bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyorlar.

 

Şaban Ağabey keza parlamenter diplomaside birlikte, genel merkezde Genel Başkan Yardımcılığı da yaptı, Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa Konseyi’nde birlikte çok çalıştığımız arkadaşlarımız ve Hollandalılar da son derece memnun.

 

Dışarıdan atama konusunda kanunu biz mi değiştirdik? Hayır. Valiler ve büyükelçiler istisna olarak atanabilir. Amerika’nın dışarıdaki büyükelçilerinin yüzde kaçı kariyer memuru, yüzde kaçı dışarıdan? Bazı ülkelerde yarı yarıya. Geçenlerde Macaristan bir önce Büyükelçi dönüyordu, Bakanlığa mı dönüyorsun dedim. Yok dedi, ben iş adamıyım, beni buraya Büyükelçi atadılar, -çok da başarılıydı, Türkçesi de iyi- şimdi tekrar işime dönüyorum dedi. Her ülke dışarıdan atabiliyor. Bazen bir sanat insanını atayabiliyor kültürle ilgili bir yere. İşte UNESCO’daki arkadaşımız, bugün kabul ettim, UNESCO’nun Genel Konferans Başkanlığına seçildi bir Türk Büyükelçim. İşte Volkan ağabeyi BM Genel Kurul başkanlığına aday gösterdik. Bizim arkadaşlarımız gerçekten çok başarılı, o yüzden Bakanlığı bu şekilde gereksiz tartışmalarla kimse yıpratmasın. Ve biz her gün kendimizi nasıl geliştirebiliriz ve farklı dillerde arkadaşları nasıl alabiliriz? Daha birinci sınıftan öğrencileri teşvik ediyoruz. Aynı şekilde yine hizmetin kalitesini nasıl arttırabiliriz vatandaşlarımıza yönelik ya da yurt dışında verdiğimiz hizmetler? Ekonomik ilişkileri nasıl güçlendirebiliriz? İşte sağlık turizmi ve yine yurt dışında yatırımlar. Artık bizim diplomatlarımızın hepsi iş adamlarının adeta çantasını alıyor ve işlerini takip ediyor, müzakerelere, pazarlıklara da gidiyor. Türkiye’de büyükelçiler böyle yapmıyor mu kendi şirketinin menfaatlerini? Yani biz Türkiye’yi her yerde iyi temsil etmek için bu kadar güzel bir şekilde çalışırken, bu gereksiz tartışmaları ben doğru bulmuyorum doğrusu. İçeriden, dışarıdan ayrımı olur mu? Vali de içeriden, dışardan ayrımı olur mu? O da bizim insanımız. Toplam büyükelçi sayımızın yüzde 10’u bugün Bakanlık dışından atanmış arkadaşlarımız.

 

Herkese göre başka kriter olabilir, yani her konuda herkesi memnun edemem. Ama burada ben çok yakın sınıf arkadaşımla ilgili bile olumsuz bir şey olduğu zaman gereğini yapıyorum, siyasaldan sınıf arkadaşım. Burada herkesin görüşü değil, önemli olan Bakanlık içindeki aldığı görevlerde başarısı ve liyakat.

 

ANADOLU AJANSI’NIN KAHİRE BÜROSUNA  MISIR POLİSİTARAFINDAN YAPILAN BASKIN

 

Programdan sonra konuyu tekrar takip edeceğiz, 3 kişi halen gözaltındaydı, biri Türk vatandaşı. Serbest bırakılmaları için girişimlerimizi sürdüreceğiz, neticeyi de alırız.

 

Böyle bir olay Türkiye’de olsaydı şimdiye tüm dünya ayağa kalkmaz mıydı? AGİT’in Medya Özel Temsilcisi Harlem Desir bizim de arkadaşımız, tabii biraraya geldiğimiz zaman Türkiye’de de basın konularını konuşuyoruz, eleştirileri de oluyor. Geldiği zaman da her türlü görüşmeyi yapmasını sağlıyoruz.

 

Ona şunu söyledim: Fransa dedim Avrupa Konseyi’nin 70. Yıldönümü etkinliklerinde ki tüm liderler gelir, Genel Kurulda hitap edelirken -ben de orada Başkanlık yaptım 2 sene- bir bölümde basın olur, Macron o bölümü kapattı ve basın mensuplarını içeriye aldırmadı. Kutlama etkinliklerine de basın mensuplarını alınmadı. Elysee’de basın ofisini kapatmış. Türkiye’dekileri görüyorsun da kendi ülkenle ilgili niye eleştiri yapmıyorsun dedim, güldü.

 

OSMANLICI BİR DIŞ POLİTİKA TAKİP EDİLME İDDİALARI

 

Somali’ye gitmenin emperyalizmle ne ilgisi var. Biz tam tersi, emperyalizme karşıyız, antiemperyalistiz. Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz, ama emperyalizm karşıtlığı konusunda örneğin Küba’ya da destek veririz, Venezuela’ya da destek veririz, kim mağdur olursa destek veririz. Cumhurbaşkanımızın emperyalizme karşı veya sömürgeciliğe karşı demeçlerini görmüyor musunuz?

 

Şimdi Suriye’de terörle mücadele etmek emperyalizm mi ya da Osmanlıcılık mı? Hayır. Biz gücümüzü biliyoruz, sahada ve masada gücümüzü biliyoruz, potansiyelimizi de biliyoruz, hayalci değiliz, reel politiğin de alasını çok iyi biliyoruz, tüm dünyadaki gelişmeleri de biliyoruz. Hangi konuda hayalperestlik yaptık da ortada kaldık? Her şeyi başaracaksın diye bir şey de yok. Çalışırsın, çabalarsın işte ateşkes konusunda olduğu gibi, Hafter konusunda, adam çekti gitti.

 

Tüm dünyada özellikle ümmetin umudusunuz, İslam dünyasının davasını savunabilen tek lider Recep Tayyip Erdoğan ve bir tek Türkiye’ye güveniyoruz diyorlar.  İsrail’in Filistin’deki zulmüne karşı çıkmak emperyalizm mi veya neo-Osmanlıcılık mı? Bizim politikalarımızı başka yönden eleştiremeyenler, bazı Körfez ülkeleri de bunu söylüyor, bunlar Osmanlıyı canlandırmak istiyor, o yüzden böyleler, o yüzden Libya’da bu tutumu sergiliyorlar diye saçma sapan iddialarda bulunuyorlar, bizimkiler de hemen buna atlıyor tabii içeride. Somali’deki mazlum insanlara, mağdur insanlara veya Güney Sudan’da açlık, kıtlık olduğu zaman ve Latin Amerika Bölgesinde bir deprem olduğu zaman, doğal afet olduğu zaman veya Asya’da, oralara gidip yardım etmek, o insanların beklentilerini karşılamak insani bir politika. Biz tüm dünyanın her konuda umuduyuz, her şeyi biz yapacağız da demiyoruz, ama insani ve kalkınma yardımlarında da dünyada birinciyiz, bu anlayışımızın göstergesi. Bunun için en zengin ülke olmaya gerek yok, biraz hassas olmak gerekir. Biz ecdadımızla gurur duyuyoruz, Osmanlı’yla gurur duyuyoruz. Osmanlı’yı bize tarih kitaplarında hep kötü anlattılar, hep yanlış anlattılar. Ama biz ecdadımızla gurur duyuyoruz, iyi yanıyla-kötü yanıyla. Her yönetimin eksiği olmuştur, yanlışı olmuştur, kötülüğü olmuştur. Ama Osmanlıyla gurur duymak demek bugün yeni Osmanlıcılık ya da Osmanlı’yı canlandırmaya çalışmak demek değil.

 

RUSYA’YLA VİZELERİN KALDIRILMASI

 

Moldova’yla başlattığımız gibi, iki sene önce Ukrayna’yla ve Gürcistan’la başlattığımız gibi kimlikle seyahat müzakeresini başlatmıştık. Her toplantıda da gündeme getiriyoruz. Ruslar da dedi ki; önce işadamlarıyla başlayalım, daha sonra diğeri için de çalışmaya başlayalım. Vizenin tamamen kalkması için konsolosluk istişareleri kapsamında iki ülke Dışişleri Bakanlıkları olarak görüşüyoruz. Burada tabii göç konusu ve diğer konular olduğu için İçişleri Bakanlığımızdaki arkadaşlarımızla da işbirliği yapıyoruz. Güvenlikle ilgili konular var. İstihbarat dahil yine Emniyetimizle, İçişlerimizle işbirliği içinde çalışıyoruz ve tamamen vizelerin kalkması konusunda çalışmalarımızı önümüzdeki süreçte de sürdüreceğiz. Temennimiz odur, Putin de buna sıcak bakıyor.

 

 

 

 

AHMET DAVUTOĞLU VE ALİ BABACAN’IN DIŞİŞLERİ BAKANLIKLARI / GENEL KONULAR

 

Hiçbir Dışişleri Bakanıyla ya da siyasetçiyle veya başkasıyla ne rekabet içinde olurum, ne oldum, ne de oturup kıyaslama yaparım. Bir kere Türkiye’nin bir dış politikası var, dış politikayı kimle oluşturursunuz? Hükümettesiniz, hükümetin başı vardı daha önce Başbakan olarak, şimdi de Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanı. Neticede devletin ve hükümetin bir dış politikası olur. Ben de bu dış politikayı arkadaşlarımla beraber uygulamaya çalışıyorum. Şunun bilincindeyiz: Bugün dış politika alanı öyle geniş ki, tek başına bizlerin kariyer diplomatların yürütebileceği bir alan da değil. Parlamenter diplomasi önemli, sivil toplum örgütleri önemli, akademi vesaire, ekonomi, her alanda. Ve tüm bu kurumlarla birlikte çalışma yapıyoruz. Koordinasyona çok önem veriyoruz. Duplikasyon olmasın, kargaşa olmasın, bu uyumu sağlamaya çalışıyoruz. Ve Bakanlığımızın tüm kurumlarla işbirliği de çok iyi düzeyde.

 

Şahsen Dışişleri Bakanlarının da sorunların çözümünde, ilişkilerin geliştirilmesinde üslubu, tavrı, mimikleri, vücut dili, uzlaşı kültürü var mı-yok mu, bu özellikle bazen çok etkili oluyor, olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da. Herkesin Allah vergisi özellikleri var. Ben de özeleştiriyi kendimle ilgili yapıyorum, Dışişleri Bakanı olarak nerede başarılıyım, nerede başarısızım şöyle söyleseydim mi, böyle olsaydı daha mı iyi olurdu gibi özeleştiri yapıyorum. Arada kendimi de test ediyorum, acaba değiştim mi, değişmedim mi? Mevki-makam değiştirir insanı ister istemez veya para-pul değiştirir. Hamdolsun özeleştiriyi de yapıyoruz.

 

Hiçbir zaman yörük olduğumu unutmadım. O yaylalarda güttüğümüz koyunu-kuzuyu, yaşantımızı, yaptığımız peynirleri, tulum peynirlerini, rahmetli anacığımın çilelerini ve babamın bize öğrettiklerini, biz o hayatı halen devam ettiriyoruz. Benim çocukluğumda, yani 3 yaşlarında hatırlıyorum üç gece yolda kalıyorduk, dördüncü gün çıkıyorduk develerle, atlarla, merkeplerle, katırlarla affedersiniz göçerdik, koyunlar, sürüler bir taraftan. Yani 48 sene öncesinden bahsediyorum, Alanya’dan çıkardık, dördüncü gün varırdık yaylaya. O günler de güzeldi, şimdi her şey değişti, ama o geleneği devam ettiriyoruz. 500’den fazla koyunumuz-keçimiz var. Bu sene yine çıktım, hatta bir video yayınlamıştım. Geçen sene çıkamadım. Babam çıkar, koyunlar-keçiler çıkar. Şimdi onlar Seydişehir’de kalıyorlar.

 

Antalya’yı özlüyorum tabii, ama Antalya’yla gerçekten 16 yıllık milletvekilliğim döneminde de etle tırnak gibi olduk. Siyasetçilerden, her partiden siyasetçilerden tutun da toplumun her kesimiyle, çiftçilerimizle, turizmcilerle.

 

Alanya doğumluyum, Alanya’da doğdum, büyüdüm. İlk, orta, lise öğretimimi orada tamamladım, sonra Ankara’ya geldim.

 

Hamdullah Eminpaşa Özel Lisesi’nde, kolejde okudum. Köyde ilkokulu okudum. Babam geldi birgün; bir kolej açıyoruz, seni koleje vereceğiz oğlum dedi. Ben kolejin ne olduğunu da bilmiyordum. Sonra işte hazırlık, bir otel odasında başladık, sonra ilkokula taşındık, bir sınıf verdiler bize, kendi okulumuzun inşaatı bitinceye kadar. Onun inşaatında da çalıştık. Bizim köyden kum, çakıl ne varsa ihtiyaç, odunlar, soba hep götürürdük traktörle ya da kamyonetlerimizle. Çilesini de çektik, faydasını da gördük. Bir taraftan başka bir okulda yedek kaydım var, kapandı-kapanmadı. Ama sağolsun büyüklerimiz, Allah razı olsun onlardan.

 

Sonuçta 16 yıl tüm Antalya’yı temsil ettim. Samimiyetimle söylüyorum, doğup büyüdüğüm yer başka, ama Antalya’dan, Gazipaşa’dan tut da, Kaş’taki de, hepsi benim için aynıdır, öyle bir ayrıma girmem.

 

Yerel siyaseti ihmal etmiyorum, fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum, toplantılara katılıyorum. Bakanlığımızda yine eski siyasi danışmanlarımızdan ekip devam ediyor. Antalya olsun, diğer yerlerden olsun, vatandaşlarımızın taleplerini de yerine getirmeye de çalışıyoruz, herkesin farklı talepleri oluyor. Yatırımdan tutun da kişisel talepleri olabiliyor, onlara da duyarsız kalamayız. Çünkü uzun süre siyaset yaptık, AK Parti’nin kurucularından birisi olduk Cumhurbaşkanımızın takdiriyle o zaman. 70 kurucudan bir tanesiyim. Tabii ki bu anlamda da siyasi olarak da Cumhurbaşkanımızın da yükünü almamız lazım, sadece Hükümette değil bu partinin kurucusu olarak ve AK Parti’nin bir mensubu olarak, bundan da gurur duyuyoruz. Ama hizmeti yaparken de tabii herkese hizmet etmeye çalışıyoruz.

 

Geçen sene dünyanın etrafını 12 kez, bu sene 11 küsur kez dolaşmışız, 348 bin kilometre, bu sene biraz daha az. Geçen sene 380 bin kilometreydi yanlış hatırlamıyorsam. 70 bin kilometre de içeride, o da az değil.

 

Değişik mutfaklar uyum sağlarım. Suşi çok severim. Pakistan, Hint yemeklerini de severim, Meksika yemeklerini de. Eşim Hülya Hanımla bu konuda tamamen zıt yerlerdeyiz. O tabii biraz daha hassas. Ama ben yemek konusunda gerçekten her yerde uyum sağlarım ve farklı mutfakları tatmayı da severim. Eskiden öğrencilik yıllarımda yapmayı da severdim, ama şimdi vaktim yok. Suşi hiç yapmadım, ama suşiyi çok severim.

 

Hürriyet muhabirinin (bir Yörük olarak) Avustralya’daki deve telefi hakkındaki sorusuna istinaden: Biz hiçbir hayvanın itlaf edilmesi ya da telef edilmesini kabul edemeyiz. Doğru değil. Avustralya Dışişleri Bakanıyla telefonla da görüştük yapacağımız bir şey var mı diye. Yangın söndürme konusunda uzmanlığımız, tecrübemizin olduğunu söyledik, çünkü bizde de çok orman yangınları oldu. Orada yanan hayvanlar için de üzülüyoruz, vahşi olsun-olmasın.

 

YURT DIŞINA KAÇIRILMIŞ OLAN TARİHİ ESERLER

 

Bunların takibi, tespit edilmesi ve resmi işlemlerin yapılması Kültür ve Turizm Bakanlığının işi. Ama bizim görevimiz de, yurt dışında devletin tüm bu çalışmalarına destek ve yardımcı olmak. Uyum içinde çok güzel çalışıyoruz, çok sayıda eseri de getirdik. Ama halen dışarıda eserlerimiz var ve bunların çalışması da Kültür ve Turizm Bakanlığımızla birlikte sürdürüyoruz.

 

Anadolu Ajansı Kahire Bürosuna baskınla ilgili olarak Mısır İçişleri Bakanlığının açıklaması: (Anadolu Ajansının resmi bürosunu bir hücre evi, hücre evinde faaliyet gösteren bir yer gibi gösterip orada bazı fotoğraflar da Mısır basınına servis edilmiş. Türk bayrağı var, hücre evinde bir illegal faaliyet simgesi olarak gösterilmiş. )

 

Gerçekten bir ülke için utanç verici bir şey bu, yani Mısır için utanç verici. Orada Türk bayrağı var.  Anadolu Ajansı devletin bir kurumu, şirket de olabilirdi, ofisinde Türk bayrağı olmasından doğal ne olabilir ki? Şimdi burada Mısır’ın bir basın kuruluşu olsa, bırakın devlet kurumunu, özel bir medya kuruluşunun Türkiye’de temsilciliğinde Mısır bayrağı olsa kim bundan rahatsız olur? Utanç verici, rezil bir açıklama. Özrü kabahatinden büyük.

 

ANTALYA’DA BOTANİK EXPO, EXPO/OLİMPİYATLAR GİBİ ORGANİZASYONLARA ADAYLIK:

 

Expo’ları denedik. Fakat bu işlerde gerçekten,  Japonya Expo’yu aldığı zaman, biz Cumhurbaşkanımızla -o zaman Başbakandı-  Arjantin’e ve oradan iki ülkeye gittik, finale kaldık, Japonya kazandı. Cumhurbaşkanımız da gitti, Abe’yi kucakladı. Fakat daha sonra rüşvet döndüğü ortaya çıktı. Gerçekten utanç verici tablolar görüyoruz. Denedik olmadı. Ama biz o yollara tevessül edemiyoruz. Botanik Expo’yu aldık başarılı bir şekilde. Şimdi orayı nasıl değerlendireceğimizi Antalya’daki yerel aktörlerle konuşuyoruz.

 

Çok güzel bir alan çıktı. Yine Bakanlıklarımızla istişareler yapıyoruz. Bakalım ne yapacağız, kalıcı bir şey olması lazım, cazip bir yer olması lazım, katma değer sağlayacak bir alan olarak kalması lazım. Türkiye’nin Avrupa Şampiyonasına ev sahipliği yapması gerekirdi. Altyapımız var, statlarımız var. Bize vermek yerine, kaç defa evsahipliği yapan Almanya’ya verdiler. Şimdi biz çok önemli zirvelere, etkinliklere ev sahipliği yaptık. Şu anda gelmiş geçmiş en başarılı G-20 Zirvesi 2015’deki Antalya G-20 Zirvesi oldu. NATO zirveleri aynı şekilde. Tüm üstlendiğimiz çok büyük etkinliklerden çok başarılı bir şekilde çıktık, herkes halen konuşur bunları. Biz bunları Almanya’dan da daha iyi yaparız, ama diğer ülkelerden de daha iyi yapabiliriz. Maalesef objektif kriterlerden uzak. Olimpiyatlar böyle oldu, sonra Avrupa Şampiyonası böyle oldu. Biraz işin doğrusu bizleri de soğuttu. İleride yine düşünülebilir, çünkü altyapımız var, yine hazırlıklarımızı yaparız, kararlarımızı değerlendirdikten sonra verebiliriz.

 

BAKANLIK GİRİŞ SINAVI

 

Konsolosluk ihtisas memurluğu sınavı ve  meslek memuru sınavlarını açtık. Geçen gün arkadaşlarımız konsolosluk ihtisas memurlarıyla ilgili sınav kağıtlarını okuduklarını söylediler. Bu sınavlar da gerçekten zorlu sınavlardır. FETÖ’cüler nasıl girmiş? Bu kompozisyon tipi, Türkçe,  İngilizce, diğer diller de var, bunu çoktan seçmeli test şekline dönüştürmüşler.

 

Sorular verilmiş; çalınmamış, verilmiş, hazırlayanlar vermişler, öyle girmişler.

 

Darbe girişiminden yaklaşık 3-4 ay önce yaklaşık Başkatiplik sınavı yaptık ve 95 kişi girdi, 90 tanesi kaldı sınavda. Onların da yüzde 90’ı atıldı. Normal şartlarda Başkatiplik sınavına 95 kişi giriyorsa, yani 90’a yakın kişi geçer, çünkü ona göre yetiştiriliyorlar, hazırlanıyorlar. Başkatiplik de, meslekte ilerlemek için kriter. Üç defa geçemezseniz meslek memurluğunda ilerleyemiyorsunuz. Sonuçta biz bu sınavlarda ne yapıyoruz? İsimler kapalı, 5-6 kişi her kağıdı okuyor, bir not veriyor, sonra bu notların ortalaması alındıktan sonra sözlüye kalabiliyor mu, kalamıyor mu, bu belirleniyor. Sonra sözlüde de yine bir jüri var, arkadaşlarımız, Bakanlıktan arkadaşlarımız. Orada o soruları da başarılı bir şekilde geçerlerse onu da geçmiş oluyorlar.

 

Son yapılan sınavlar önümüzdeki günlerde açıklanır. Çünkü konsolosluk ihtisas memurluğu sınavının kağıtlarını okuduklarını, tamamladıklarını söylediler. Ama ondan sonra tasnif edilmesi, isimlerin açıklaması,  not ortalamasının bulunması var,  kısa süre içinde açıklanır.

 

 

YURTDIŞINDA ÇALIŞAN VATANDAŞLARIMIZIN İZİN SIRASINDA TÜRKİYE’DE TEDAVİ İŞLEMLERİ:

 

Cüzi bir ücretle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız burada sağlık hizmeti görebiliyorlardı. Tabii bunda düzenlemeler oluyor, emeklilikle ilgili düzenlemeler oldu. Maalesef askerlikle ilgili içeride ve dışarıda ayrım olmasın dediğimiz için daha önce düşük olan fiyatlarda bir artış oldu, oradan yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız üzüldü. En son Cumhurbaşkanımız göçün 50. yılında Cenevre’de yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla biraraya geldi, dertlerini dinledik vatandaşlarımızın, notlarımızı aldık. Ama sağlıkla ilgili konuda vatandaşımızın söylediğinin detaylarını  Sağlık Bakanlığımızdan, yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızdan alırız, vatandaşımıza bilgi veririz. Bana da böyle mesajlar geliyor sosyal medyadan, Twitter hesabından, Instagram’dan. Hepsine cevap veriyoruz. Bakan Yardımcımıza, Genel Müdürlerimize ya da siyasi danışmanlarımıza veriyoruz, tek tek hepsine dönüyoruz, dönmediğimiz olmuyor. Çok da faydasını görüyoruz, anında müdahale etme imkanımız oluyor acil durumlarda.

 

Vatandaşlarımız, madem dışarıdan da bizi izliyorlar; 24 saat misyonlarımıza ulaşabilsinler diye nöbetçi telefon uygulamasına geçtik. Her misyonumuzda, Başkonsolosluğumuzda ve de Büyükelçiliğimizde bir kişi o gün nöbetçi ve bir telefon tabii var, o telefonu da duyuyoruz, o telefon sabaha kadar yanında oluyor, 24 saat kesintisiz hizmet anlayışıyla gece-gündüz 24 saat kim ararsa, kimin işi düştüyse ona cevap veriyoruz.

Etiketler :
POPÜLER FOTO GALERİLER
SON DAKİKA HABERLERİ
İLGİLİ HABERLER
SON DAKİKA